10 Ekim 2013 Perşembe

Sonbahar ve İnsanın Varlığı

Gökyüzünün bazen açık ve güneşli olduğu, sonbahar günleri büyük bir coşkuyla yaşanır. Bunalımlı yaz günleri, kışın huzuruna dönüşmeden önce sarı bir şölen, bir köy düğünü havasında geçen günleri yaşatır. Güz, Hazan ve Bağ bozumu isimleriyle de çağrılan bir festivaldir, kışa mahkum dünyanın son gösterişli defilesidir. İnsanın aklına sonsuzmuş gibi gelen koyu mavi gökyüzü; altındaki her şeyi bir annenin şefkatiyle kucaklar sanki. Yeşil, sarı, turuncu, kırmızı, kahverengi ve bunların belirli bir oranda karışımı olan tonlarda renklere sahip yapraklar dökülür yollara, banklara, nehir kenarlarına ya da eski bir evin çatısına. Kayın, kestane, gürgen, ıhlamur, akçaağaç, karaağaç, meşe ve kızılağaç yavaş yavaş çıkarır elbisesini. Renk dağılımları da çeşitlilik gösterir. Bazen belirli bir ton yoğunlaşır, bazende karmakarışık olur her renk. Çayırlar yamaçları çepeçevre kuşatmıştır, fakat onların da ilkbahardaki gençlikleri kalmamıştır. Bazı küçük ağaçlar sanki sıkıntılardan kurtulmak için, daha huzurlu olmak için çoktan yapraklarını dökmüştür bile.

Dünyanın, büyük metropollerin, şehirlerin hatta kasabaların tüm gürültüsünden, pis havasından ve kurşun rengi dünyasından oldukça iyi gizlenmiş bir yerde, kadınlar, erkekler, çocuklar, inekler, köpekler, kediler, kuşlar, ismini bildiğim ve bilmediğim tüm böcekler, kelebekler, diğer yaşayan, hisseden, hayatta olan, nefes alan, ılık havayı tüm hücrelerine kadar soluyan her canlı varlık, yağmurun tozunu sindirdiği toprak yollar, şuursuz taşlar, musluğu damlatan beyaz badanalı tüm hayır çeşmeleri, üzerine daha keskin gölgeler düşmeye başlayan dere; nasıl bir umut, hoşnutluk, memnunluk, minnet ve dinginlikle karşılıyordu değişimi. Sevinç kokuyordu hava, içinde bulunduğu tüm boşluktan tam anlamıyla hoşnuttu her zerre.

Tüm bunlara uzak, sınırlı idrak ve anlayışa sahip bir çok insana önemli dersler veriyordu aslında. Çoğu insan için hüzündür bu, bazıları içinse yalnızlık, bazıları; insanların da dökülen yapraklar gibi olduğunu düşünür, bazıları rengi değişen gökyüzünü ve soğuyan havayı yaşlanmak gibi algılar, bazıları için ölüme yaklaşmaktır, hayatın gücenmesidir, umutsuzluk ve üzüntüdür. Bazıları için kaybolan yıllar, geçip giden gençlik, uzakta kalan neşeli ve güzel günler, heyecan ve çoşkuyla şu kahrolası dünyaya kafa tutulan zamanların anıları pişmanlık duygusuyla birleşip manevi kaynaklı ıstıraplara dönüşür, mevcut durumda dünya yaşamının kaçınılmaz bir ögesi haline gelir.

Öğleden sonraları yola çıkmak gerek. Çünkü bu mevsimde günün en güzel zamanı; olanca cömertliği ve gücüyle güneşin insanı ısıtmaya çalıştığı bu saatlerdir. Patikadan biraz yürüyerek toprak yola, sonra oradan ağaçların arasına ve doğruca büyük ormanın her yerini görebilen bir meydana, büyük bir alana ulaştırır gün bizi.

Kafasını kaldırıp çıplak ve koyu mavi olan gökyüzüne, boynu sızyalanadek baktı. Bu enginliğin bir sonu olup olmadığını düşündü. Dünyanın şeklinden dolayı bir yerden yola çıkan nihayetinde başlangıçtaki yerine gelir diye biliyordu. Peki bu koyu mavi göğün ardındaki kapkara okyanusa doğru yola çıkan? Tüm yaşadıklarının, gördüklerinin, duyduklarının, dokunduklarının ve tattıklarının bir hayal, rüya ya da zihninde gerçekleşen korkunç bir kabus olabileceğini düşündü. Dudak burktu. Böyle bir şeyin olabileceği ihtimali olsa da gerçeği, tam olarak asla bilemeyeceğine inandığını için cehaletinde teselli buldu. Gerçekten kesin olarak tek şey biliyordu; geçiciydi. Engin gökyüzü, yaklaşan akşamla görünmeye başlayan zühal (satürn), gece tüm ihtişamıyla izlediği kehkeşan sakinleri (samanyolundaki tüm yıldızlar) ve onun uçsuz bucaksız boşluktaki diğer kuzenleri geçiciydi. Yavaş yavaş, batmak için dağlara doğru yaklaşan güneşe baktı. Gerçekten hareket ediyor olması ne kadar tuhaftı. Daha da tuhafı, tüm insanlık tarihi boyunca kehkeşan içinde toplam gittiği yol, gideceği toplam yolun binde biri bile değildi. Hem güneş hem kendisi ne kadar küçüktü.

Şu büyük kozalaklı çamlar bile geçiciydi. Kim bilir en yaşlısı kaç yaşındaydı. Dün biraz yağmur yağmıştı, yapraklar ve çayırlar ıslaktı. Kuşların sayısı azalmış ve sesleri cılızlaşmıştı. Uzaktan evlerine giden insanları izledi. Bir zamanlar yoktular ve bir zaman gelecek olmayacaklar. Evlerin önlerinde akşam telaşı yaşanıyordu. Belki de bir şeyler için gerçekten çok büyük heyecan duyan bir kaç insan vardı oradaki evlerde. Birden hiç bir şeyi umursamamaya çalıştı. Boşver...

Biten günle, aydınlık, karanlığa, sarı, yeşil, turuncu, kahverengi yapraklar ve koyu mavi gökyüzü siyaha döner. İncecik, zarif ve güzel görüntüler kaybolur. Işık yok olur. Günün coşkulu gürültüsü sessizliğe döner. Kuşlar da susar. Dere, dağdan aldığı suyu çoktan denize boşaltmıştır. Hayat ölüme döner.

Usul usul yitip gitmiştir zaman. Kimse anlamadan, devinimde kaybolmuştur tüm varlık.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder