13 Ekim 2013 Pazar

Spinoza Düşüncesinde Metot, Varlık ve Tanrı Kavramları

Tanrı kavramı düşünce tarihinde üzerinde en fazla tanımlamaya, açıklamaya ve yorumlamaya maruz kalmış olan bir kavramdır. Tanrı kavramı üzerinde sayamayacağımız kadar araştırmalar ve incelemeler yapılmış olup bu  araştırmaların neticesinde elde edilen bilgiler çerçevesinde Tanrı ile alakalı sistemler oluşturulmuştur. Her medeniyet, kültür ve din kendisine ait Tanrı sistemleri meydana getirmişler veyahut ta Tanrı’yı yok sayıp O’nun, öyle bir varlığın olmadığını iddia etmişlerdir.



Düşünce tarihinde Tanrı ile alakalı oluşturmuş olduğu sistemden dolayı en fazla eleştirilmiş ve anlaşılamamış olan Spinoza’dır. Kendisinin oluşturmuş olduğu felsefi sisteminde Tanrı’ yı merkeze koymuş ve ona göre sistemini onun üzerine bina etmiştir. Spinoza sistemini oluştururken bir düşünce sisteminde olması gerekli olan en önemli şeyin metot olduğunu vurgulamaktadır. O ne olursa olsun hangi konu ele alınacaksa alınsın mutlaka herkes tarafından kabul görecek bir metot ve yöntemle anlatmak istediği şeyi ifade etmek istemektedir. Bunun içinde başvurulması gerekli olan metot ise geometrik yöntemdir. Geometrik yöntemden kasıt, mesela üçgenin açılarının dünyanın her tarafında aynı olduğu gibi, aynen onun sistemindeki düşüncelerinde dünyanın her tarafında geçerli olabilmesi için bu metoda başvurmuştur. Çünkü ona göre doğru bir felsefeyi gerçekleştirebilmenin ve ifade edebilmenin tek yolu ancak bu yöntemle olabilir. Bu metot ile hareket eden bir kisi mutlaka bir kesinliğe varabilir ve sonucunda sağlam verilere ulaşabilir.

Spinoza yöntemini izah ettikten sonra varlık çözümlemelerine girer fakat bu çözümleye girmeden evvel elindeki metot sayesinde varlık tanımlamalarında bulunur. Ona göre evrende, "kendinden varlık" ve "kendinden olmayan varlık" olarak sınıflandırmaya gider. Bu sınıflandırmanın neticesinde kendinden varlık kavramı ile her şeyin özü olan ondan başka varlık olmayan diğer var olanların ancak ve ancak onun bir tezahürü, tavrı, tarzı ve modusları olan Töz yani Tanrı kavramına ulaşır.

O; gerçekçi ve rasyonel bir izahını verme gayretinden dolayı evrende varolan çokluğu birliğe indirgeme eğilimindedir. Kendisi bundan dolayı töz kavramından hareket ile varolmak için kendisinden baska hiçbir şeye ihtiyaç duymayan varlık olarak ifade ettiği töz kavramın Tanrı ile özdeşleştirmektedir. Bu şekilde kendisi monist metafiziğinin temeline Tanrı’yı yerleştirmektedir. Çünkü ona göre Tanrı, düşünce planında ilk, ezeli ebedi hür ve zorunlu olan varlıktır.



Kendisinin oluşturmuş olduğu ve Tanrı-töz kavramını merkezine yerleştirdiği sisteminde töz kavramının özelliklerini kısaca ve ana hatları ile ifade temek gerekirse: a) Töz kendi kendisinin nedeni olup başka bir varlığa bağlı değildir. b) Töz kavramından üstün bir kavram olmayıp diğer bütün şeyler ancak onun varlığı sayesinde bir anlam kazanabilir. c) O mutlaka ezelidir, ebedidir ve zorunludur.

Buradan su sonuç çıkmaktadır ki; Tanrı’nın zorunluluğundan kâinatta varolan her şey, Tanrı’da ki bu zorunluluktan dolayı ortaya çıkmaktadır. Kâinatta varolan her şey Tanrı tarafından belirlenmiş olup her şey bir kader perspektifinde cereyan edip kâinatta tesadüfe tesadüf edilmez her şey bir sevk-i ilahi vasıtası ile yönlendirilmiş olup kâinat tevafukların yurdu olmuştur.

Spinoza kendi kendisinin nedeni olarak vasıflandırdığı mutlak tözün yani Tanrı’nın bir bütün olarak "doğa" ile özdeş olduğunu kabul etmektedir. O her şeyi içine alan bu sisteme “ Tanrı ya da Doğa” adını vermektedir. Bu düşüncenin onun felsefinde çok önemli bir yeri vardır. Nedensiz olan Tanrı'nın, ayrıca evrendeki her şeyin de nedeni olduğunu belirten Spinoza bu neden olmanın bir aşkınlık seklinde değil de bir içkinlik seklinde tezahür ettiğini belirtmektedir. Tanrı’nın evrende ki içkinlik meselesinden şu sonucu çıkarmaktadır: Evren Tanrı’nın yoktan yarattığı bir varlık alanı değildir. O direk kendisi ile özdeştir kendisinden ayrı düşünülemez.

O halde evren nasıl bir varlık alanıdır? Spinoza’ya göre Tanrı’nın bir insan zihninin anlayamayacağı ve sayamayacağı kadar sayısız tarzda sıfatları vardır. Bir şey ne kadar çok sayıda sıfata sahip olursa onun gerçekliği de o kadar fazla olacaktır. Sıfatlar Tanrısal tözün özünü oluşturan ana niteliklerdir. İnsan bunlardan sadece ikisini bilebilmektedir. Bunlar ise “ Yayılım ve Düşünce” sıfatlarıdır.

Tanrı’nın yayılım sıfatından dolayı evrende varolan ve gördüğümüz, temaşa ettiğimiz maddi âlem; Tanrı’nın yayılım sıfatının bir tezahürü ve görüntüsü durumundadır. Tanrı’nın düşünce sıfatının gereği ise Tanrı’nın düşünce sahibi olmasından dolayı varolan her şeyin Tanrı’nın zihninde varolduğu ve O’nunla tasavvur edilmesi gerektiğidir. Kısaca şu şekilde söylemek gerekirse, bu iki Tanrısal sıfat; maddi âlemin ve ruhi(manevi)  âlemin nedenleridir.



Buraya kadar izah edilmiş olan Tanrı, doğa, sıfatlar kavramlarından sonra karşımıza söyle bir soru çıkmaktadır. Spinoza’nın Tanrı tasavvuru ilk bölümde izah edilen deizm, teizm ve panteizm olarak açıklanmış olan Tanrı tasavvurlarından hangisi ile örtüşmektedir? Spinoza’nın yaşamış olduğu dönem itibari ile yani 17. yüzyıl düşüncesine baktığımızda üzerinde en fazla yoğunlaşılmıs olan ve bir sistem haline getirilmeye çalışılan Tanrı anlayışı deizm olmuştur. Yaşanılmıs olan çağın gereksinimlerinden (gelişmekte olan bilime yer açabilmek için) ve bir tepki (skolâstik düşüncesi içerisinde yüzen kiliseye karşı) olarak sistemleştirilmeye başlamıştır.

Bu düşünce sisteminde Tanrı ve âlem sadece sebep sonuç ilişkisinden ibaret olup Tanrı âlemi ilk basta yaratmış ve bir daha âleme karışmamıştır. Tanrı’ya ilahi saatçi vasfını biçmişlerdir. O saatini ilk basta inşa edip, kurup bırakmıştır ve bir daha da ona müdahale etmemiştir. Deizm düşüncesinde Tanrı tamamı ile aşkın bir varlıktır. Tanrı herhangi bir şekilde sürece müdahale etmemekle kalmaz, yaratması, peygamber göndermesi, vahyetmesi ve mucizeye imkân tanıması gibi hususlar söz konusu değildir.

Deizmle alakalı yapılmış olan tanımlamalardan yola çıkarsak ve Spinoza’ nın Tanrı anlayışı ile  bunu kıyaslarsak,  sadece tek bir benzerlik olan noktaya ulaşırız ki; Tanrı âlemin yaratıcısıdır ilk nedenidir. Fakat diğer noktalara baktığımızda durum tamamen farklıdır. Tanrı âlemden askın bir varlık değil tamamı ile içkindir. Ve hatta Spinoza Tanrı ile doğayı özdeş tutmuştur. Tanrı devamlı bir şekilde âleme müdahale etmekle kalmayıp onda meydana gelen vahiy, peygamber ve mucize gibi olaylar onun Tanrı anlayışının birer parçasını oluşturur. Ona göre biz şunu açıklıkla söyleyebiliriz ki Spinoza deist bir düşünce yapısına sahip değildir. Kendisini bir deist olarak tanımlayamadığımıza göre acaba kendisi bir teist midir sorusunun cevabına gelince,  o meseleye de su taraftan bakmak gerekli olacaktır. Teizm İlâhi dinlerin Tanrı inancının özünü oluşturmaktadır. Bu dinlerde Tanrı olarak "ezelî ve ebedî olan, her seyi yapmaya gücü yeten, her seyi bilen, evreni yaratan, düzenleyen ve koruyan, daima iyiliği isteyen ve fiillerinde özgür olan Zatî bir varlığa" inanılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu niteliklere sahip bir Tanrı’nın varlığını iddia etmek bir anlamda teizmdir. Teist de doğal olarak teistik Tanrı kavramına inanan ve onu savunan kisidir.

Yukarıda ki tanımlamalara ilaveten bu hususta su noktayı da belirtmek gereklidir. Teizm; Tanrı’yı aşkın ve her şeye hâkim olan, gücü yeten ve yaratıcı bir varlık olarak algılamakta olup Tanrı’nın tabiatüstü bir Zat olusu O'nun kâinatta var olan her şeyden ve insanın zihnine gelebilecek herhangi bir varlık türünden tamamıyla farklı olması demektir.

Teizm düşüncesinde Tanrı askın bir varlık olmakla kalmayıp aynı zamanda içkin bir varlıktır. Tanrı'nın içkin olması O'nun etken bir neden olarak her yerde ve her şeyde hazır bulunmasıdır. Bu anlayış Tanrı'nın varlıklar dünyasında bulunması veya onların bir parçası olarak yer alması biçiminde anlaşılmamalıdır. Tanrı’nın içkin olması, doğadaki varlıklarda bir yaratıcı, düzenleyici veya hayat verici olarak bulunmasıdır. 

Buraya kadar teizmle alakalı özet bilgilerden de anlaşılacağı gibi, teizm ile Spinoza düşüncesi arasında benzerlikler bulunmaktadır. Bu benzerliklerin kaynağına baktığımızda kendisi çocukluktan gençliğine kadar Yahudi geleneği ile yetişmiş olup ayrıca Hıristiyan kültüründen de etkilenmiştir. Sunu da biliyoruz ki Spinoza İslam düşüncesine ilgi duymuş ve bu hususta da okumaları olmuştur. Bu üç ilahi dinin teistik olmasından dolayı kendisi bu düşüncelerden etkilenmiş olup düşünce sisteminde de onlara yer vermiştir. Fakat kendisi tamamı ile Tanrı’ya herhangi bir aşkınlık düşüncesi atfetmemiş olup
teizmdeki içkinlik meselesinde ise farklı izah noktalarına gitmiştir. Tanrı ve Doğa bir bütün olup kâinatta ne var ise her şey Tanrı’dan ve Tanrı’dır  ve onun ilahi iki sıfatının sonlu modusları ifadesi ile teizmden ayrılmaktadır. Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Spinoza yer yer teist olsa da genel hatları itibari ile kendisine teist diyememekteyiz. Bu hususu izah ettikten sonra ise karsımıza su soru çıkmaktadır. “Spinoza panteist midir? “

Spinoza’nın panteist mi değimli tartışmaları hala güncelliğini taşıyan bir konu olmakla beraber kendisine çoğunluk itibari ile “Pantezimin peygamberi” tabiri uygun görülmekle birlikte farklı çevreler onu Panteizmin farklı bir formu olarak Pan-enteizm düşüncesi içerisinde görmektedir. 

Bilinen anlamda Panteizm düşüncesinde Tanrı ve doğa aynıdır, aralarında fark yoktur. Tanrı dünyadan izole düşünülemez. Dolayısıyla yaratılmış olan her şeyin içerisinde Tanrı’nın vasıfları vardır. Panteist Tanrı anlayışında Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı’dır. Tanrı insan, Tanrı kâinat ayrımı yoktur. Panteizm düşüncesinin temel yapı tası olarak Tanrı’nın evren den ve insandan herhangi bir ayrılığı ve bağımsızlığı yoktur. Her şey Tanrı’dır, Tanrı doğadadır, evrendedir, eşyalardadır ve insanın doğasında bile vardır. Tanrı ile evreni özdeş kabul eden bir düşüncedir Panteizm.

Spinoza eserlerinde bazı kısımlarında Tanrı ile alakalı düşüncelerini ifade ederken şu yorumlamada bulunmuştur; Tanrı varolan her şeyin aşkın ve geçici değil, içkin ve kalıcı nedenidir. Ona göre varolan her sey; Tanrı’da varolmak,  Tanrı’nın bir yansıması, bir tezahürü, bir modusu, tarzı, tavrı ve biçimi şeklinde varolmak durumundadır. Kendisi Tanrı ile doğayı özdeş saymaktadır. Tanrı ve doğayı birbirinden ayrı düşünmemiz imkânsız olup ikisi birbiri ile mündemiçtir. Doğa Tanrı'nın kendisindedir.

Tanrı’nın, her şeyin içkin nedeni olduğunu söylemek;  hakikatte varolan ya da meydana çıkan her şeyin, doğa ya da evren adı verilen ve Tanrı ile özdeş olan biricik ve her şeyi kapsayıcı sistemin bir parçası olarak açıklanmak durumunda olduğunu ve hiçbir nedenin hatta Tanrı’nın bile, doğa düzeninin bir şekilde dışında olan ya da doğa düzeninden bağımsız olan bir neden olarak anlaşılamayacağının bir ifadesidir. Bu ifadelerden ve açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Spinoza'nın düşünce sistemi genel hatları ile Panteist bir yapıya yapısına sahip olmakla beraber kimi zaman ise teistik veya panenteistik özelliklerde sergilemektedir. 

Referans : İSA KURTBAY, YÜKSEK LİSANS TEZİ,  SPINOZA’NIN TANRI TASAVVURU, ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI, DİN FELSEFESİ BİLİM DALI, 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder