11 Ekim 2013 Cuma

Yeni Bir Medeniyet Teorisi



İnsanlığı, yüksek bir ideal olarak medeniyete yükselten ‘fikirler’dir. Bu ideale doğru yapılan serüvende insan tecrübelerinin ürünü olarak ortaya çıkan medeniyeti geliştiren ve koruyan da “fikirler”dir. Bu bağlamda günümüz medeniyet probleminin ya da problemlerinin çözümü, “yeni fikirler” de aranmalıdır. Bu ‘yeni fikirler’in bir örneği olarak Whitehead’in medeniyet teorisi, insan tecrübesinin bütünlüğü açısından farklı bir medeniyet örneği sunmaktadır ve diğer medeniyet teorilerine göre daha kuşatıcıdır. Bu açıdan Whitehead’in medeniyet  teorisi, günümüz medeniyet anlayışına yeni ufuklar açabilir, aynı zamanda insanlığın  ortak rüyası olarak “yaşanabilir daha iyi bir dünya” gerçekleştirme mücadelesinde  felsefeye yeni bir bakış açısı sunacağını söyleyebiliriz. 

Whitehead, medeniyetin temeline ‘fikirlerin serüvenini’ yerleştirir. O, ‘fikirlerin serüveni’yle, iki şeyi kastetmektedir. Birincisi, insanlığın yaşadığı medeniyet yolculuğunda ya da medeniyete doğru ilerlemesinde belli fikirlerin etkisidir. Bu durumda ‘fikirlerin serüveni’ insanlık tarihini kapsar. İkincisi, bu fikirlerin içinde dolaşan ve tecrübe eden kişinin/düşünürün kendi yaşadığı kişisel serüvendir. Buna göre kişi, ilgilendiği fikirleri öğrenirken ve araştırırken kendisini de yapmaktadır. Bu anlamda medeniyet, bireysel olarak insanın serüveni ve tüm insanlığın medeniyete doğru yürüyüşünü ilerletme serüveninden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra Whitehead, medeniyeti insanlığın bütün tecrübelerinin ürünü olarak kabul ederek, medeniyet teorisiyle bütün insan tecrübelerini kuşatan 
farklı bir medeniyet anlayışı sunmaktadır.

Whitehead’in medeniyet teorisinin bir diğer ayırıcı özelliği ise metafizik fikirlerle ile yakından ilişkili olmasıdır. Bu bakımdan onun medeniyet teorisi metafizik görüşüyle ele alınmak zorundadır. Whitehead medeniyet analizinde değeri, bireyin önemini, yaratıcı süreci, değişimi, yeniliği, serüveni, karşılıklı saygı ve toleransı, sosyal ilişkilerde güç kullanmadan ziyade ikna yöntemini, savaşı değil barışı vurgular. Whitehead’in bil-fiil varlıklar teorisi, bütün bu vurguları içermektedir. Bil-fiil varlık bireydir, özellikle değer tecrübesiyle ilgilidir. Bil-fiil varlık, sürekli olarak diğer bil-fiil varlıklarla etkileşimin yaratıcı sürecine girer. Bu, zorlamayı değil iknayı içerir. Bil-fiil varlıklar temelde kendilerinin ötesindeki şeylerle ilişkilidir. Dolayısıyla yüksek değerin neliği nihai bir şekilde Tanrı’da korunur. Fakat bu, Whitehead’in her bir bil-fiil varlığın medeni olduğunu ileri sürdüğü anlamına gelmez. Whitehead’e göre “insan olarak insana ve insan haklarına saygı”, “kendini gerçekleştirebilme anlamında özgürlük”, “bireysel farklılıklar alanını öne çıkarma anlamında tolerans”, “bireylerin kendini gerçekleştirmeleriyle ve karşılıklı ilişkileriyle inşa ettiği toplumda sosyal kontrol metodu olarak kullanılan ikna yöntemi”, “bireyi ve toplumu dönüştürme gücü olan bilgelik” gibi medeniyetin doğacağı ortamı belirleyen şartları gösterildiğinde ancak medeniyeti başarmanın imkânı söz konusudur. 

Whitehead’in savunduğu “medeniyet”, bir anlamda insanın tecrübelerinin toplamını ifade eder. Ancak bu medeniyetin, bil-fiil olması için Whitehead’in ezeli objeler dediği “Doğruluk (Truth), Güzellik (Beauty), Serüven (Adventure), Sanat (Art), Barış (Peace)” nitelikleri zorunludur ve bu nitelikler birbirini var eden niteliklerdir. Bunlardan birinin olmaması durumunda “medeniyet”in varlığa gelmesi 
mümkün değildir. 

Söz konusu bu şartlar mevcut olduğunda medeni toplum ya da medeniyet,  “Doğruluk (Truth), Güzellik (Beauty), Serüven (Adventure), Sanat (Art), Barış  (Peace)” niteliklerini kendinde sergiler. Tecrübenin, yani hayatın, yaşantının öne çıktığı bu medeniyet’in temel niteliklerinden Doğruluk ve Güzellik, tecrübenin düzenleyici nitelikleridir. Onlar, tecrübe verisini betimler. Bu tecrübe verilerinin 
somutlaşma süreci ise Sanat ve Serüven’le karakterize edilir. Diğer bir deyişle, Sanat ve Serüven tecrübenin sürecini ifade eder. Tecrübenin ideal doyumuyla da Barış ortaya çıkar. 

Platonik idealin serüvenini çağrıştıran bu görüşle Whitehead, dinin, bilimin ve felsefenin bu medeniyeti inşa eden tüm rollerle ilişkilerinin zorunluluğunu incelemiştir. Burada değer-ilgisi olarak dinin, bir seçimi gerekli kıldığı, bu seçimin de somut tecrübelerden soyutlanmış bir seçim olduğunu ifade ettik. Din, akıp giden her şeyin ötesinde, arkasında ve içinde olan bir şeyin vizyonudur. Tüm var olanın ötesinde olana ulaşmaya, nihai iyiye sahip olmaya, mutlak ideal diye tanımlanan bir şeyin peşindedir. Bilim, dinin aksine tüm seçilmiş konulardan soyutlanmış olarak kabul edildi. Whitehead medeniyetin inşasında Bilim’e rol vererek, “medeniyetin temel nitelikleri arasında bilimin yeri yoktur” tezine karşı çıkmaktadır. Çeşitli çalışmalarda, bir bütünlük içerisinde, bilimi medeniyetin temel ilkeleri arasında kabul etmeyenlerin aksine, bilimin Whitehead’in medeniyet teorisi için gerekli bir ilke olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Mutlak doğrunun/doğruluğun olmadığını savunan Whitehead, 
bilimle Doğruluk’un peşindedir. Bu peşinde olma, bir anlamda “yeni mükemmellikler” arama çabasıdır. Bu çabayla insan, en büyük tecrübesi felsefeyi yaratmıştır. Seçimlenemeyen/seçili olmayan soyutlara dayanan felsefe, toplumları dönüştürmede önemli bir role sahiptir.

Medeni toplum, geçmişin düşünce ve değerlerine, alışkanlıklarına ya da mevcut düşünce ve değerlere körü körüne bağlandığında, bu toplumda durağanlığın baş gösterir. Aslında bu, bir anlamda, medeniyeti tarihin karanlıklarına hapsetme demektir. Böyle bir zihniyete sahip medeni toplum, düşünce ve eylem alanında durağanlıkta ısrar etmeye başladığında ise “merak duygusu”nun ürünü olan serüven ruhunu kaybeder. Eğer böyle bir ruh kaybolmuşsa, bu medeni toplum gücünü ve canlılığını koruyacak olan “yeni mükemmelliklerin arama” çabasını bırakmıştır. Bunun yanı sıra böyle bir toplumda “ikna yöntemi”nden ziyade “güç kullanma yöntemi”nin kendini göstermesi anlamında “kaba kuvvet” ve bireysel doyumsuzluğun bir ifadesi olarak zengin parlak yaşam ve eğlenceye düşkünlük zuhur ettiyse, bu toplum incelik ve güzelliklerini, “medenilikleri”ni yavaş yavaş kaybetmeye ve çöküşe doğru yol almaya başlamıştır. 

İnsan eylemlerinin bütün alanlarında bu “medenilikler” yok olduğunda, medeniyet adına yeni bir atılım yapmak için yaratıcı teşebbüs kendini göstermek zorundadır. Böyle bir medeniyet anlayışını temele alan medeniyet teorisinde Whitehead, medeniyetin aşamalı olarak yukarıya doğru bir ilerleme şeklinde ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Ancak insanlığın tarihsel medeniyet tecrübelerine baktığımızda bu 
kolay olmamıştır. Bazen inişler, bazen de çıkışlar yaşayarak medeniyet gelişmiştir. Whitehead bunu insanın diğer tecrübeleri olan din, bilim, felsefe gibi insan faaliyetlerinde yaşanan gerileme ve ilerlemeleri göstererek anlatmaya çalışmaktadır. Bu değerlendirmesiyle Whitehead, tüm insanlık fikirlerinin ve bireysel insan fikirlerinin yüksek medeni ideale doğru serüveniyle medeniyetin varlığa geldiğini göstermektedir. 

Whitehead’in medeniyet teorisinde metafizik idealizmini ortaya koyan en önemli kavram ise Barış’tır. O, medeniyetin tanımlayıcı niteliklerinin olmazsa olmazı olarak tanımlanabilir. Çünkü o, doğruluk, güzellik, serüven ve sanat niteliklerini birbirine bağlayacak olan “Uyumların Uyumu”dur. Barış, tecrübenin verisi olan “Doğruluk ve Güzellik” ve tecrübenin süreci olan “Sanat ve Serüven”in ortaya çıkışıyla doyumun birliğinin/bütünlüğün ifadesidir. Aynı zamanda Whitehead, Barış’a aşkın bir özellik yükleyip Barış ile dini ilgi arasında bir bağ kurarak, medeni ya da ideal toplumun gelecekte varlığını Barış’la gerçekleştireceğini savunur. Bu açıdan Barış, kökeninde dini çağrışımlar taşır. Nitekim Barış, Tanrı’nın subjektif gayesinin, yani evrende tüm diğer varolanlarla birlikte eylemesi olarak idealize edilmiştir. Bu ideal, İdeal Eros’la yani Tanrı’nın asli mahiyetiyle özdeşleştirilmiştir. Whitehead aynı zamanda bunu “Serüvenin Birliği” olarak adlandırmaktadır. Birliği ifade eden bu Serüven, bütün özel durumları kuşatır ancak bil-fiil gerçek olarak onların ötesinde bulunur. Bu, şeylerin birliğinin ve bütünlüğünün oluşturulması için gereklidir. Serüven’in Birliği, bütün imkânların gerçekleşmesinin iyiliğini arzulayan ve bu arzuyla bütün imkânlara doğru yönlendiren canlı bir arzu olan Eros’tur. Bu Aşkınlık fikrinden dolayı Whitehead,  “bu aşamaya kadar geliştirildiği şekliyle Medeniyet kavramının, eksik ve yetersiz olduğunu” belirtmektedir. Bunu daha açık ifade edecek olursak, medeniyetin niteliklerinin özellikle de barışın gerçekleşmesi bil-fiil durumun ‘doyuma ulaşmasını’ ifade eder. Eros’la olan ilgisinden dolayı bu doyum da asla tam olarak tecrübe edilemez. Diğer bir ifadeyle Yüksel ideal’e ulaşma çabasının bir ifadesi olan medeniyet asla tamamlamaz. Buradan hareketle medeniyet, İdeal Eros’a doğru gerçekleştirilen bir serüvenin ürünüdür. Bu serüvende insan teorik ve pratik gücünü medeniyetin ideallerini yani medeniyetin tanımlayıcı niteliklerini - Doğruluk, Güzellik, Sanat, Serüven, Barış- gerçekleştirmeye doğru yöneltirse, o zaman bu  idealle, toplumsal düzenin bil-fiil parçası haline gelebilir.  

Sonuç olarak Modernitenin yarattığı yeni insan tipi ve yeni zihniyetle birlikte ortaya çıkan medeniyet tasavvuru, salt “bilimcilik”e dayandırılmıştır. Bu temel dayanağın etkisiyle pozitivist ve materyalist bir bakış açışıyla oluşturulan  “medeniyet” tasavvurunda diğer insan tecrübeleri olan din, etik, estetik gibi değerler ihmal edilmiştir. Bu doğrultuda  düşünce geleneğinde yapılan medeniyet tanımlarına baktığımızda, medeniyet çoğunlukla bilim ve teknoloji gibi maddi  unsurlarla sınırlandırılmış, medeniyetin ayrılmaz unsurları olan din, etik, estetik gibi  değerler ise “kültür” kavramı içerisine yerleştirilerek “kültür ve medeniyet ayrımına” gidilmiştir. Böyle bir medeniyet tasavvuru, hem Batı medeniyetinde hem de bizim  geleneğimizin “medeniyet” anlayışında, bununla birlikte düşünce alanımızda  birtakım problemler yaratmıştır ve yaratmaktadır. Whitehead’in “medeniyetin krizi” olarak tanımladığı bu durum, insan tecrübelerini, birbirinden bağımsız kompartımanlar haline getirmiştir. Bu medeniyet probleminin çözüm alternatiflerinden biri, Whitehead’in medeniyet teorisiyle sunduğu “medeniyet anlayışı”dır. Modernitenin aksine, insan tecrübesi bir bütündür ve dolayısıyla insan tecrübelerinden biri olan medeniyet de bir bütündür. Bu bakımdan Whitehead’in medeniyet teorisi, kendi medeniyetinin problemlerine çözüm sunduğu kadar bizim de medeniyetle ilgili problemlerimize çözüm bulabilecek özelliktedir. Bunun yanı sıra onun metafiziği de daha çok pozitivist ve materyalist yaklaşımın etkisinde kalan felsefe dünyamızın problemleri için bir çözüm sunabileceğini söylenebilir. 

Görüldüğü üzere, farklı bir yaklaşımla ortaya koyduğu medeniyet teorisinde Whitehead, sosyal ilişkilerde yaşanan problemleri, medeni yaşamı mümkün kılan şartları ve unsurları analiz ederek medeniyet fikrine yeni bir önem kazandırmıştır. Farklılıkları bir zenginlik olarak değerlendirirsek, bir farklılık örneği olarak  Whitehead’in medeniyet teorisi de bizim düşünce geleneğimiz için bir zenginlik sunabilir. 

Referans: Kevser Çelik, "Alfred North Whitehead'in Medeniyet Teorisi", Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder