1. Giriş
Agnostisizm, bilinmezcilik ya da bilinemezcilik; Teolojik anlamda Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun, bilimsel olarak da evrenin nereden türediğinin bilinmediğini veya bilinemeyeceğini ileri süren felsefi bir akımdır. Bu akımın takipçilerine agnostik veya bilinemezci denir. Agnostisizmin iki türü vardır. Zayıf agnostisizme göre hiç kimsenin Tanrı hakkında bir bilgisi yoktur; ancak bu belki bilinebilir; güçlü agnostisizme göre ise Tanrı hiçbir şekilde bilinemez.
2. Tarihsel Arka Plan
Agnostisizm farklı şekillerde tanımlanıp çeşitli kısımlara ayrılsa da, hatta bu görüşlerin bazıları ateistlerce kabul edilebileceği gibi teistler tarafından kabul edilebilir şekilde ifade edilse de, biz burada agnostisizmi ana hatlarıyla ele alıp değerlendirmek durumundayız. Agnostisizm, bilginin ancak zihnimizin oluşturduğu güvenebileceğimiz konularla sınırlı kaldığını öne süren, dolayısıyla da mutlak varlık, Tanrı varlığının özü, temeli, anlamı gibi fizik ötesi konuları bilemeyeceğimizi savunan, bu anlamda Tanrı’nın bizden çok farklı olduğunu, bu nedenle de onun hakkında akledilebilir hiçbir şey söyleyemeyeceğimizi ifade eden, kısaca Tanrı’nın varlığı ya da yokluğunu bilemeyeceğimizi öne süren öğretiye denir. Bu öğretiye göre, ne teizmin iddia ettiği gibi Tanrı’nın varlığını ne de ateizmin iddia ettiği gibi Tanrı’nın yokluğunu kanıtlamaya gerek/imkân vardır.
Agnostik ateiste benzemez çünkü ateist Tanrı’nın olmadığını kabul eder, bir teist de Tanrı’nın olduğunu. Bundan dolayı teist teizmi kabul ederken ateist onu inkâr eder, agnostikte bu önermenin doğru olup olmadığına dair herhangi bir görüşe sahip olmayarak bunu kısıtlar.
Tarihsel olarak baktığımızda agnostisizm terimi, ilkin, İngiliz düşünürü Thomas Huxley (1825–1895) tarafından Yunanca “bilinemez” anlamına gelen a gnostos sözcüğünden türetilerek kendi öğretisini adlandırmak için kullanılmışsa da, terim, daha sonra, geriye doğru götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır. Bu terimin İlk biçimleri, Antikçağ sofistlerinde görülür. Antikçağın ünlü sofisti Protogoras’ın “İnsan, bilebileceği tek şey olan kendisiyle yetinmelidir, duyularla algılanmamaları, insan hayatının kısa oluşu gibi sebeplerden dolayı Tanrılar hakkında bilgi edinemeyiz” sözleri ilkçağda agnostisizmin içeriğini belirtmesi açısından önemlidir. Yani duyumcu olan antikçağ Yunan sofistlerine göre bilgi, duyuların sonucudur, duyularımızla elde ettiğimizin dışında başkaca hiç bir bilgiye erişemeyiz. Her kişinin duyusu kendine göre olduğundan her kişinin bilgisi de zorunlu olarak kendine göre olacaktır; herkes için geçerli bir bilgi olamaz. İnsan, kendisi için bilinebilecek tek şeyle, kendisiyle yetinmelidir. Bundan hareketle modern agnostisizmin kaynaklarının şüpheci pre-sokratik filozoflar veya Helenistik Akademinin filozofları tarafından ortaya konulduğunu söyleyebiliriz. Fakat çağdaş din felsefesinde agnostisizm Tanrı ve onunla alakalı gözlemlenemeyen her şeyi kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Genel olarak bakıldığında ise agnostisizm, bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıktığı ifade edilirken, çağdaş dönemde felsefenin metafiziklere ve fideizme meydan okuması olarak değerlendirilmiştir. Günümüzde ise dini tasfiye etmiş olduklarına inanılan pozitivist bilimcilik gibi felsefi kuramların çözülüşlerine tanık olsak da, 20. yüzyılın başlarından itibaren bilim anlayışındaki farklılıklar ve değerlendirmeler çağın şekillenmesinde ve felsefi anlayışın yerleşmesinde oldukça etkili olmuştur. Bu noktada Russell’ın etkisi de çok açık bir şekilde kendini göstermiştir.
1929 yılında açıklanan “Bilimsel Dünya Görüşü: Viyana Çevresi” başlıklı programda açıkça amaçlarının tek bir bilimin, yani insanlığın edinebileceği tüm bilgileri; fizik ve psikoloji, doğa bilimleri ve edebiyat, felsefe ve özel bilimler gibi birbirinden tamamen ayrı disiplinlere ayırmaksızın içinde toplayan bir bilimin yaratılması olduğu, bu amaca ulaşmanın G. Peano, G. Frege, A. N. Whitehead ve Russell’in geliştirmiş oldukları mantıksal çözümleme yönteminin kullanılmasıyla olacağını, bu yöntemin de, bilimi metafizik sorunlardan ve anlamsız önermelerden arındırmak ve aynı zamanda, doğrudan gözlemlenebilir içeriklerini; yani ‘verilmiş olanı’ göstermek yoluyla deneysel bilimin anlamını, kavramlarını ve önermelerini açıklığa kavuşturmak olduğu belirtilmiştir. Fakat bu noktada bilimsel araştırmalardaki yöntem ve çıkarsamaları dini araştırmalara uygulamak çok da uyumlu ve mümkün olmayacaktır.
Farklı bir yolu öneren Rodney Stark şöyle demektedir;
“Dinin sadece insanla ilişkili boyutunu biliyor olmamız, dinin salt bir yanılsama olduğu ve Tanrıların ‘umulanın tatmini’nden doğan hayal ürünleri olduğu varsayımının geçerliliğini ortaya koymaya yetmez. Bilim için Tanrıların varlığına ya da yokluğuna ilişkin sorulara yanıt bulmak tümüyle imkânsızdır. Bu nedenle ateist ve teist varsayımlar eşit derecede bilim dışıdır ve her iki varsayım üzerine kurulan çalışmalar eşit derecede eksiktir. Uygun bilimsel yaklaşım agnostik görüştür. Din olgusunun sadece insani yönünü gözlemleyebildiğimiz için araştırmalarımızı dinin gerçek ya da hayali yapısına ilişkin varsayımları bir kenara bırakarak, sosyal bilimlerin bilinen yöntemleriyle yürütebiliriz. Bu yöntemle yürütülen çalışmalar bizi bilime götürecektir: çünkü ateist ya da teist varsayımlar inanç odaklıdır ve çoğu zaman kanıt sunmazlar.”
Sosyal bilimciler bu agnostik varsayıma boyun eğmek zorunda olsalar bile inanmadıkları din olgusunun insani tarafını yakalamaları da pek olası değildir. Dini anlamak isteyen sosyal bilimcilerin dindar olması gerekli değildir; ancak inanç ve ibadeti bilimsel olarak inceleyebilmek için inançsızlıklarını bir kenara bırakmaları şarttır.
E. Durkheim’ın 1914’te yapılan “Özgür Düşünürler” toplantısında söyledikleri bu görüşü destekler niteliktedir: “Bir özgür düşünür dinle inançlı biri gibi yüzleşmelidir. Dini konu alan çalışmalara dinsel bir duyguyla eğilmeyen birinin din hakkında söyleyecek hiçbir sözü olamaz. O, renkleri tanımlamaya çalışan kör bir adam gibidir”.
Burada Durkheim’ın söylediği, dini konu alan çalışmalara dinsel bir duyguyla eğilmeyen birinin söyleyecek sözü olamayacağı değerlendirmesine Russell açısından değinecek olursak, onun içinde bulunduğu durum ve din hakkında söylemiş olduğu sözlerin değeri konusu hemen akla gelecektir. Fakat Russell, gençlik döneminde oldukça dindar bir kişi olduğunu ve dinin kendisi için matematik dışında her şeyden daha önemli olduğunu belirterek yaşamının bir döneminde bu duyguyu tecrübe ettiğini açıkça ifade etmiştir.
Fakat Rodney Stark’ın belirttiğinin aksine Mehmet Aydın bu noktada Tanrı’nın varlığına inanmakla, tanrılığını kanıtlamanın birbirlerinden farklı şeyler olduğunu ve agnostisizmin haklı olabilmesi için aşağıdaki önermelerden birini kabul etmesi gerektiğini belirtmektedir. Aydın’a göre;
a) Tanrı’nın hem var, hem de yok olduğunu gösteren bir takım ipuçları vardır.
b) Tanrı’nın var ya da yok olduğunu gösteren hiçbir ipucu yoktur.
Agnostik (a) şıkkını kabul etmez. Var derse teist, yok derse ateist olacaktır. İkinci iddiayı da kabul edemez, çünkü bu takdirde kendi temelini yıkacaktır. Bu gibi çelişkilerden dolayı agnostisizm çok eleştirilere uğramış, hatta Tanrı inancına kesin bir cevap olmadığı ve dini araştırmalara bir yöntem oluşturmasının da yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı tartışmalı olacağı belirtilmiştir.
Dini inceleme araştırmalarda yöntem konusunda durum böyle iken, agnostisizmin ateizme giden yolda bir durak olması da tartışılır bir mevzudur, zira ateizm de teizm gibi bilimsel çıkarımdan çok bir dünya görüşüdür. Agnostisizm ise bir dinden ziyade bir kavramdır. Agnostisizm Tanrı’nın olup olamayacağını bilemeyeceğimizi öngörür. Aslında Müslümanlar da Tanrı’nın varlığını bilmez, sadece var olduğuna inanırlar; burada bilmekten kasıt rasyonel düşünce sisteminde varlığın bilimsel yöntemlerle her an kanıtlanabilir olmasıdır. Yani, Tanrı’nın gerçek doğası, insanın kavrama alanının ötesinde olduğu için, bilinemez. Agnostiklere göre Tanrı’nın varlığının bilinemez olması zorunlu olarak O’nun yokluğunu iddia etmek, yani ateizm anlamına gelmemektedir. Zaten bu noktada agnostisizm ateizmden ayrılmaktadır. Çünkü agnostisizm ateizmi de reddeder.
3. Değerlendirme ve Sonuç
Şimdi kişi iç dünyasında Tanrının varlığına ya inanır ya da inanmaz. Şizofrenler haricinde insan benliğinin bölünmesi ve üçüncü bir alternatif tutum mümkün olamayacağından Tanrıya hem inanıp hem inanmayan bir benlik tasavvur etmek imkansızdır. Bu nedenle bir insan iç dünyasında ateizm ve teizm arasında, tam orta noktada kalmaz, kalamaz, ya teisttir ya da ateist. Bu noktada Agnostik kişi; esasında Tanrının varlığı ya da yokluğu hakkında hiç bir şey bilmediğini, bilemeyeceğini, dolayısıyla bu konuda hiç bir şey söyleyemeyeceğini öne süren insandır. Burada bir ayırıma dikkat çekmek yerinde olacaktır. Tanrıya inanmak inanmak başka bir şeydir, O' nun varlığını kanıtlamak başka bir şeydir. Aynı şekilde Tanrının varlığına inanmamak ile onun var olmadığı hakkında argümanlar öne sürmek ayrı şeylerdir. Tanrının varlığını herkesi ikna edecek bir biçimde, tam olarak kanıtlayamamak; ne teizmi, ne agnostisizmi ne de ateizmi haklı kılar.
Agnostik kişi Tanrının hem var olduğu hemde var olmadığı konusunda çeşitli argümanlar olduğunu ve bu yüzden Onun varlığının bilinemeyeceğini öne sürebilir. Bu durumdaki agnostik Tanrının varlığı ile ilgili lehte ve aleyhte tüm argümanları tam yarı yarıya (%50-%50) denkleştirmek zorundadır ki iddiasıyla tutarlı olsun. Eğer bu oran bozulursa, agnostik ağırlıklı teist, ya da agnostik ağırlıklı ateist olma durumu ortaya çıkar. İnsan benliği bölünemeyeceğinden bu durum saçmadır. Kişi ya ateizme ya da teizme kayar. Bende dahil bir çok teist Tanrının varlığı ile ilgili "lehteki" argümanların oranının %100 olduğunu düşünmez. Bir çok ateist te Tanrının varlığı ile ilgili "aleyhteki" argümanların oranının %100 olduğunu düşünmez. Dolayısıyla Agnostisizm bu yönden tutarsızdır.
Diğer yönden, agnostik kişi Tanrının hem var olduğu hemde var olmadığı konusunda hiç bir ipucu olmadığını öne sürebilir. Bu durum insan aklının tarihsel deneyimiyle çelişir öncelikle. Diğer bir taraftan Tanrının varlığı veya yokluğu ile ilgili hiç bir delil olmadığı neye dayanarak söylenmektedir? Kriter nedir? Eğer bu hususta her hangi bir dayanak ya da temel yoksa Agnostisizmin bizzat kendisi hangi temele dayanmaktadır, neye istinat etmektedir? Bu nedenle Marx ve Engels başta olmak üzere ateistlerin çoğu agnostisizmi temelsiz ve geçersiz bulmuştur. Aslında ben agnostiğim diyenlerin büyük bir çoğunluğu ateist, kalanı da teisttir.
Nihai olarak Agnostisizm bir dünya görüşü, entelektüel bir tavır olarak oldukça dayanaksız gözüküyor.
Referanslar:
1. Tamer Yıldırım, Ateizm mi, Agnostisizm mi? Bertrand Russel' ın Tercihi
2. Aydın Topaloğlu, Tanrı Tanımazlığın Felsefi Boyutları, Teizm ya da Ateizm
3. Gülsen Kisli, Bertrand Russel ve Din, Yüksek Lisans Tezi
4. Mehmet Aydın, Din Felsefesi
5. Mehmet Latif Bakış, Felsefi Bir Problem Olarak Ateizm, Yüksek Lisans Tezi
6. Daniel J. Hill, Randal D. Rauser, Agnosticism
7. Anthony Kenny, The Unknown God: Agnostic Essays
8. Zeki Özcan, Viyana Çevresi Üzerine
9. Frédérick Ferré, Din Dilinin Anlamı: Modern Mantık ve İman, Çev. Zeki Özcan
10. Gerald Benedict, Agnosticism , The Watkins Dictonary of Religions and Secular Faiths
11. Rodney Stark, Tek Gerçek Tanrı; Tektanrıcılığın Tarihsel Sonuçları
12. E. Durkheim, The Elementary Forms of Religious Life
13. Alvin Plantigna, Agnosticism , A Companion to Epistemology
:D İçeriği bu kadar boş ama bir o kadar da dolu gözüken bir şey daha okuduğumu sanmıyorum. Götten uydurma bilgilerle bir şeyler denenmiş anladığım kadarıyla. Markx engels mi ashdsahdhasdhah
YanıtlaSil