Felsefe, Ruh ve Ölümsüzlük Üzerine
İnsanın, öleceği hususunda sahip olduğu bilgi, varlığı hususunda olduğu bilgisi kadar
kesindir. Ölüm, gerçekliği konusunda bütün insanların ittifak ettiği bir olgudur. Hatta ölümün
tüm insanların ittifak ettiği tek şey olduğunu öne sürebiliriz.
Felsefe alanında da sorgulanan insanın ölümlülüğü ve ölümsüzlük düşüncesi ruh-beden
ilişkisi tartışmalarında çözülmesi gerekli en önemli problemlerden olmuşlardır. Dinlerin bu
konudaki tezlerinin, öncelikle imanı gerektiren iddialar olduğu doğrudur. Ancak felsefi olarak
gerçekten ölümsüzlük mümkün müdür ve akli bir şekilde temellendirilebilir mi?
Ölüm ve ölümsüzlük problemi kökleri daha eski dönemlere gitse dahi, sistematik ve felsefi
anlamda Platon’dan beri tartışılmaktadır.
Platon’a göre, ruhun özü hayattır. Ruh, kendi kendine hareket verme, kendi hareketinin
kaynağı olma imkanına sahiptir. O, bedenden önce de vardı, sonra da var olacaktır. Beden
dünyasında var olan iyi ve kötü her şeyin yeterli sebebi ruhtur. Platon felsefesinde insan
, esas itibariyle ruhtur. Ölümsüzlük, Platon’a göre, bizzat ruhun kendi öz yapısından, yani
onun basitliğinden gelmektedir. Bazı farklılıklar ile beraber benim de genel olarak
benimsediğim ruh ve hayatın eşdeğer(aynı şey) olduğu düşüncesi buradan gelmektedir.
Aristo ise, ruhu, bedenin bir formu olarak görmektedir. Ruh, bedensiz var olamadığı gibi
, bedenin yok olmasıyla o da yok olmaktadır. Yani Aristo'ya göre ölümsüzlük imkan dışıdır.
Genel olarak İslam Filozofları ve Kelamcılarına baktığımız zaman ruh ile ilgili olarak farklı
fikirler göze çarpsa da Müslüman Filozoflar ve Kelamcılar insanın beden ve ruhtan oluşan
bir varlık olduğunu kabul etmişlerdir. Yani İslam Filozoflarının ve Kelamcılarının çoğunu
genelde düalist olarak tanımlayabiliriz. Bu fikirler halk arasında yaygın olan geleneksel ruh
ve beden ayrımı düşüncesinin de temelleridir. Buna göre İslam filozoflarının genel fikri
bedenin ölümlü olmasına rağmen ruhun ölümsüzlüğü şeklindedir.
Mutasavvıflara göre ise insan, aslında kendiliğinden varolan bir hakikat
değil, gerçekliğin bir tecellisidir. Ruh da bu gerçeklikten ibarettir. İnsan ruhu, Allah’ın, yani
Küllî Ruhun bir görüntüsünden başka bir şey değildir. İnsan, bir deniz olan mutlak varlığa
nispetle bir dalga gibidir. İnsan bedeni, tüm maddi alem gibi yanılsama ve hayalden
ibarettir. Gerçek varlık Allah'tan gelen ruhtur ve ölümsüzdür.
Yine batı felsefesi içerisinde tarih boyunca ruh-beden ilişkisi ya materyalist, ya idealist, ya
düalist ya da mistik şekilde yorumlanagelmiştir.
Günümüzde ise özellikle süreç teizmi, "objektif ölümsüzlük" kavramı ile geleneksel ruh
-beden ilişkilerine dayalı ölümsüzlük düşüncelerinden son derece farklı bir yaklaşım ortaya
koymaktadır.
Objektif ölümsüzlük düşüncesinde kişilerin tek tek ölümsüzlüğü yerine, eylem, tecrube ve
anlarının silinmeyecek bir hafızada tutulması şeklinde beliren bu yaklaşım, devamlı yok olan
"an"ların bu yok oluşla birlikte ölümsüzlüğü kazanmaları şeklinde ifade edilmektedir. Buna
göre yok olan anlar subjektif özelliklerini kaybetmelerine rağmen, onların bu kayıpları objektif
ölümsüzlüklerini kazanmaktadır.
Bu yaklaşımdaki düşüncenin özü "objektifleşme" ve "devamlı yok olma" kavramlarında
yatmaktadır. Süreç teizminde objektifleşme kavramı yaratıcı sürece katılma olayının
sonucunda ortaya çıkmaktadır. Çünkü objektifleşen varlık belli bir süre sonra yok olsa bile,
onun varlığının Tanrının zihninde sonsuza kadar devam edecek olması objektif
ölümsüzlüğün en temel iddiasıdır.
Süreç teizminde objektif ölümsüzlüğü sağlayan Tanrı'dır. Buna göre ölümsüz olabilmek için
yaratıcı sürece katılmak ve hayatın akışı içerisinde yer almak gerekmektedir.
Tablo : Jose Benlliure y Gill, The Barque of Charon, 1919
Kaynaklar:
1. Ö. Sarıdoğan, İbn Sina'da Ölümsüzlük Düşüncesi
2. C. Türer, Whitehead'ın Tabiatçı Teizmi
3. G. Kaplan, Süreç Teizminde Ölümsüzlük Düşüncesi
4. M. Akbaş, Süreç Felsefesinde Ölümsüzlük
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder