Yaratma konusunda felsefe ve kelam geleneğinde iki temel yaklaşımın savunulduğunu belirtmek gerekir. Bunlardan biri, genelde kelamcılar tarafından temsil edilen ‘zamansal (sonradan) yaratma’ iken, diğeri genelde filozofların temsil ettiği ‘ezeli yaratma’ anlayışıdır. Bu iki farklı yaratma anlayışını savunan her iki grubun da temel endişesi, Tanrı’nın yüceliğini, biricikliğini, kudretini, yarattıklarından farklı bir varlık olduğunu ortaya koyma ve bu durumu koruma endişesidir. Tabi her iki grubun da argümanlarını ortaya koyarken onları en çok belirleyen husus, sahip oldukları Tanrı anlayışları olmuştur.
Gazali’nin de dâhil olduğu kelamcılar Tanrı’nın hiçbir şeye benzemeyen varlık olduğunu özellikle vurgulamışlardır. Onların yaratma konusundaki en temel argümanı “her hâdisin (sonradan olanın) bir muhdisi (yaratanı) vardır” öncülüne dayanmaktadır. Onlar âlemin ezeli olmadığını apriori bir bilgiymiş gibi önceden kabul ederek yola çıkmışlardır. Filozofların en çok itiraz ettikleri husus da bu bilginin neye dayanarak doğrulandığıdır.
Yaratmanın bir fiil olduğunu düşünen Gazali gibi kelamcılar, yaratmanın bir oluşu ifade ettiğini düşündüler. Mademki her oluş sonradan meydana gelir. Öyleyse âlemin de sonradan yaratılmış olması gerektiği sonucunu çıkardılar. Bunun tersini düşünmek onlara göre mümkün değildi. Yani ezeli olan, hep var olan bir âlem zaten oluşu ifade etmeyeceğinden buna yaratma denmesi de doğru değildir. Kelamcılara göre (özellikle ilk dönem) âlemin ezeli olduğunu iddia etmek onun bir var ediciye de ihtiyacı olmadığı şeklinde algılanmış ve bu düşünce kesinlikle reddedilmiştir.
Kelamcılarla büyük çapta mutabakat halinde olmasına rağmen, metot yönünden Gazali’nin farklı bir yeri olduğunu vurgulamak zorundayız. O filozofların zararlı tezleri olarak gördüğü bu düşünceleri çürütmeye çalışırken, Tehâfüt gibi eserlerinde çoğunlukla filozofların yöntemini kullanmıştır. Özellikle de Aristo’nun felsefi sistemini öğrenen Gazali, filozofları hiç beklemediği bir yöntemle vurmaya çalışmıştır. İbn Rüşd’ün zaman zaman belirttiği gibi, Farabi ve İbn Sina, Aristo felsefesini iyi anlamadıkları halde, anladıklarını zannederek Allah-âlem ilişkisi hakkında söyledikleri ile Gazali’nin eline büyük kozlar vermişlerdir. Bazı konularda ise örneğin “imkân” konusunda Gazali, Aristo gibi, imkân ile fiililik arasında bir bağ kurulamayacağını iddia ederken, İbn Rüşd, bazı Eşari düşünürler gibi imkânın gerçekliğini savunur. Her ne kadar Gazali, çoğu zaman felsefi argümanları kullanarak filozofların tezlerini çürütmeye çalışsa da felsefi içerikli olmayan bazı eserlerinde (Münkız gibi) filozofları tekfir bile etmiştir. Bunda Gazali’nin içinde bulunduğu çalkantılı fikir ortamının tesiri büyüktür.
Gazali Allah’ı gerçek varlık diğer varlıkları ise varlıkları Allah’ın sayesinde vücud bulmuş varlıklar olarak görür. Ezeliliği ve sudûru reddeder. Onun vazgeçemeyeceği birinci öncülü zamansal yaratmadır. Ona göre varlık Allah’ın hür iradesiyle var olmuştur. Âlem var olmadan önce varlığı da yokluğu da mümkün olandır. Onun varlığa çıkması için bir belirleyiciye (muraccih) ihtiyaç vardı. Aksi takdirde bu
mümkün âlem hep yokluk halinde kalırdı.
Gazali’nin de içinde bulunduğu kelamcılar kendi teolojik sistemleri gereği âlemin yaratılma ve yaratılmama imkânının birbirine denk olduğunu kabul ettiler. Yine onlara göre evrende zorunlu bir nedensellik yoktur. Fâil-i Muhtar olan Allah, dilediğini dilediği zaman yapan varlık olduğuna göre olayları bir nedensel zincir içinde düşünmek onlara göre doğru değildir. Allah’ın bilmesi yaratması değildir. Bu durumda Allah, varlıkların kendisinden bilinçsizce taştığı bir varlık olurdu.
Filozofların bilgi sıfatını ön plana çıkarmalarına karşılık Gazali irade sıfatını ön plana çıkarır. Çünkü ona göre iradesiz bir varlığın ölüden bir farkı yoktur. Fakat filozoflar Tanrı’nın iradesiz bir varlık olduğunu iddia etmezler. Filozoflar, Tanrı’nın bilmesi aynı zamanda yaratmasıdır diyerek problemi çözmeye çalıştılar. Tanrı’nın iyinin ta kendisi olduğunu yani, mahzâ iyi olduğunu iddia ederek, onun yaratmasının varlıklara bir ihsanı olduğunu, bu iyiliğin kendisinden taştığını iddia ettiler. Yani Tanrı’nın Mucibun bi’z-Zât olması iyi olması ile bağlantılı olarak düşünülmüş ve esas olanın varlık olduğu söylenmiştir. Yani var etmek iyidir. Öyleyse “Cevâd” (Cömert) olan Tanrı’nın varlıkları var etmesi O’nun özünün bir gereğidir. İyi olan Tanrı var ederek varlıklara bir iyilikte bulunmuş olmaktadır. Yoksa Gazali’nin filozoflar adına iddia ettiği gibi varlıklar ondan şuursuzca ve zorla ortaya çıkmış değildir. Görüldüğü üzere sıfatları algılama biçimi Tanrı’yı algılama biçimini direkt etkiliyor. Tanrı algısı da yaratma konusundaki fikirleri belirliyor.
İslam filozofları, Tanrı’yı Aristo’nun ‘hareket etmeyen hareket ettirici’si olarak görmediler. Bu, İslam’ın Tanrı anlayışıyla tamamen tersti. Fakat ara bir formül buldular: Nasıl ki “Bal tutan kişinin eline bal bulaşırsa” ezeli ve yarattıklarına hiç benzemeyen Tanrı’ya da âlemi yaratırken hâdislik bulaşmasın diye araya aracı varlıklar koydular. Bunu yaparken temel argümanlarından biri de, İbn Rüşd onların bunu yanlış anlayıp yanlış yorumladıklarını iddia etse de, “Birden bir çıkar” anlayışı idi. Diğer yandan, eğer Tanrı’nın âlemi iradesiyle yarattığı iddia edilecek olursa, Tanrı’yı âlemi bu ya da şu zamanda yaratmaya iten harici unsurların olduğu ortaya çıkacaktı ki, bu da onların Tanrı kavramıyla zaten uyuşmayan bir fikirdi. Öyleyse Tanrı’nın bilmesi aynı zamanda yaratmasıdır diyerek problemi çözmeye çalıştılar. Onlara göre neden ile nedenli daima birlikte bulunur. Tanrı âlemin nedeni olduğuna göre âlem onunla beraber hep vardı. Tanrı’nın âleme elbette bir önceliği vardır. Fakat bu öncelik zamansal bir öncelik olmayıp zatî bir önceliktir. Bu tıpkı elimizi hareket ettirdiğimizde, elimizdeki anahtarın da hareket etmesi gibidir.
İbn Rüşd, diğer filozoflar gibi, “Tanrı’nın hiçbir şeye benzemeyen varlık” olduğunu söylemenin de hiçbir şeyi çözmediğini iddia etmiştir. Ona göre önümüzde duran bir âlem vardır ve bunun nasıl ortaya çıktığı sorusu insanı her yönden ilgilendiren bir sorundur. Mademki Tanrı zaman ve mekânın dışında, öyleyse bütün bu varlıklar nasıl oluşmuştur? Eğer Tanrı yarattıkları ile hiçbir etkileşime girmeyecekse bu yaratma işi nasıl gerçekleşecektir? Bu takdirde İbn Rüşd’e göre diri, kullarını görüp gözeten, onların dualarına karşılık vererek âleme müdahale eden dinin Tanrı anlayışını nasıl anlayacaktık ve zihnimizde nasıl konumlandıracaktık?
İbn Rüşd’ün Gazali’ye olan temel eleştirisi, Gazali’nin, iyi etüd etmeden, önyargılı bir şekilde İslam filozoflarını sert bir dille eleştirmesidir. İbn Rüşd’ün İslam filozoflarına olan temel eleştirisi ise, eski filozofları, özellikle de Aristo’yu iyi anlamadıkları halde Aristo’cu olduklarını iddia etmeleridir. İbn Rüşd’e göre, Aristo iyi anlaşıldığı takdirde aslında onun ilahiyat ile ilgili fikirlerinin Kur’an’la çelişmediği görülecektir; Oysa Farabi ve İbn Sina Aristo’yu iyi anlayamadıkları için, onun görüşleri ile Kur’an arasında bir uygunluk olduğunu gösterme pahasına Aristo’nun görüşlerini tahrif etmişlerdir. Bunun en güzel örneği İbn Rüşd’e göre onların sudûr teorileridir. İbn Rüşd de İslam filozofları gibi Allah’ın ezeliliği ile âlemin ezeliliğini bir görmemiştir. O da varlık kategorisi olarak zorunlu ile mümkün ayrımını; zaman kategorisi olarak da ezeli – hâdis kavramlarını İslam filozofları gibi kullanmıştır. İslam filozofları bu iki varlık türünün arasını ayırmada oldukça hassas davranmışlar ve ezeli kavramını kullandıkları için din dışı bir alana kaymadıklarını iddia etmişlerdir ki İbn Rüşd de bu düşüncelere katılır. Çünkü onların iddia ettiği gibi İbn Rüşd’e göre de, Allah özü (zat) bakımından zorunlu ve ezeli bir varlık iken, âlem özü bakımından mümkün ve ezeli bir varlıktır. Kısacası bu ezelilik anlayışı Dehrilerin (Ateistlerin) iddia ettiği gibi bir ezelilik anlayışı değildir. Gazali’nin bütün bu konulardaki eleştirileri İbn Rüşd’e göre yersiz ve haksızdır.
Gazali’nin genel olarak İslam filozoflarının fikirlerini tehlikeli bulması sebebiyle, yaratma konusunda da onların düşüncelerine bu refleksle yaklaştığını gördük. İslam filozoflarının Allah – âlem ilişkisindeki görüşleri zahiren bakıldığında İslam’ın koyduğu inanç ilkelerine ters gibi görünebilir fakat daha derinden ve önyargısız yapılan bir anlama faaliyetinin sonunda durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılacaktır. Kur’an’ın bu konuda ortaya koyduğu nasslar yoruma açık olup, kesinlik arz etmediğine göre, âlemin ezeli olmadığını iddia edenlerin de onun ezeli olduğunu iddia edenlerin görüşleri de sonuçta bir yorum olmaktadır. Kur’an çok net bir şekilde âlemin yaratıcısının Allah olduğunu söyler ki zaten filozoflar da kelamcılar da bunu kabul ederler.
Gazali’nin yapmak istediği, İslam dininin zararlı felsefi cerayanlardan etkilenmesinin önüne geçmek olmuştur. Onun bu tavrı, ondan sonra da İslam filozoflarını hak etmedikleri ithamlarla yüz yüze bırakmıştır. İslam düşünce tarihi bize göstermiştir ki herkesin istediği düşünceyi özgürce, kendi anlam dünyasındaki delillerle ortaya koyması, daha özgün ve çeşitli fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Gazali’nin ithamları ile gözden düşen İslam düşüncesindeki felsefi faaliyetler, İbn Rüşd’ün dengeyi gözeten tutumuyla yeterince olmasa da hakettiği itibarı tekrar kazanmıştır. İbn Rüşd, yaratma gibi metafizik konularda hiç kimsenin mutlak doğruya ulaştığını iddia edemeyeceğini söyleyerek, bir zamanlar var olan canlı fikir ortamının tekrar oluşmasına katkı sağlamıştır. İbn Rüşd’ün de içinde bulunduğu İslam filozoflarının ve Gazali’nin kullandıkları argümanlar farklı olsa da, vardıkları nokta, Allah’ın âlemden, dolayısıyla yarattıklarından farklı, aşkın bir varlık olduğudur. Sırf kullandıkları argümanlar felsefi diye İslam filozoflarını farklı ithamlarla karalamak İslam düşüncesine hiçbir şey kazandırmayacaktır.
Gazali’nin ezeli yaratmayı savunan İslam filozoflarını kötü niyetli olmakla suçlaması objektif bir eleştiri değildir. Onlar ezeli yaratmayı yoktan yaratmanın karşıtı olarak görmemektedirler. Burada ortaya koymaya çalıştığımız gibi filozofların savunduğu zamansal yaratmanın imkânsızlığıdır. Onlar ezelde bir yoktan yaratmaya karşı çıkmış değillerdir. Gazali’nin hatası ezeli yaratmayı savunan filozofları yoktan yaratmanın da karşısında gibi göstermesi olmuştur. O ısrarla zamansal yaratma ile yoktan yaratma anlayışını aynı görüp filozofları zor duruma düşürmeye çalışmıştır.
Maalesef şu ana kadar bu konularda fikir ortaya koyanlardan bazıları da bu şabloncu bakış açısını devam ettirmişlerdir. Şimdi ihtiyaç olan şey bütün bu felsefi geleneğin objektif bir şekilde değerlendirilmesi ve sistematik olarak her filozofun bu konuda ne düşündüğünün ayrı ayrı çalışmalarla ortaya konulmasıdır. Belki o zaman Gazali’nin penceresinden baktığımız filozofları daha iyi anlama ve anlatma imkânına sahip olacağız. Kindî, Farabi, İbn Sina, Fahreddin Razi gibi büyük filozof ve âlimlerin bu konuda ne düşündüklerinin de anlaşılması gerekmektedir.
Bilimsel olarak katedilen mesafe de bize yaratılış konusu hakkında önemli ipuçları vermektedir. Modern dünyada yaratma konusu bilim ve din arasındaki ilişkide ortaya çıkan tartışmalarda önemli bir yer tutar. Günümüzün felsefi akımları dışında kâinatın doğuşu ile ilgili gözleme dayanan astronomi araştırmalarında bile yaratma meselesi tartışılan, canlı bir konudur. Belki bilimin, dinin ve felsefenin bu konudaki birikimleri ortaya konulduğunda yaratma konusu daha iyi anlaşılabilecektir.
Referanslar ve İleri Okumalar;
1. Tuncay Akgün, Gazali ve İbn Rüşd'e Göre Yaratma, Doktora Tezi
2. Gazali, Filozofların Tutarsızlığı
3. İbn Ruşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı
4. Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş
5. William Lane Craig, Büyük Patlama ve Ötesi
6. İbn Ruşd, Felsefe ve Din İlişkileri
7. İbn Sina, Metafizik
8. Aristo, Metafizik
9. Richard Swinburne, Tanrı Var mı?
10. Necip Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder