16 Mart 2014 Pazar

Mutlu Olmak İçin Gerekli Olanlar ve Olmayanlar Üzerine




Kadim Yunan Filozofu Epikuros, gereksinimlerimizi üç gruba ayırıyordu : Arzuladığımız

 şeylerden bazıları doğal ve gereklidir. Bazıları da doğal ve gereksiz. Tabii birde ne doğal ne

 de gerekli olan istekler vardır. Bunları sırasıyla inceleyelim.

1. Doğal ve gerekli gerekli olanlar. Bunlar; dostlar, özgürlük, düşünmek, yemek, barınacak 

yer ve giysilerdir. Çağdaş dünyada bu listeye eklenecek pek bir şey yokmuş gibi gözüküyor.



2. Doğal ama gereksiz olanlar. Bunlar; büyük bir ev, lüks banyolar ve abartılı yemek davetleri 


olarak sıralanabilir. Bunun gibi şeyler işte. Çağdaş dünyada bu liste de aynı şekilde 

korunmaya devam ediyor.


3. Doğal değil ve gereksiz. Bunlar güç ve ündür. Çağdaş dünyada bu listeye lüks teknoloji


 ürünleri de eklendi mi tam bir mutsuzluk yaratmak için biçilmiş kaftan haline gelirler.


Bu üç madde üzerinde iyice düşündüğümüzde, çağdaş insanların bitmeyen mutsuzluğunu 


daha iyi anlamak için, görsel ve basılı medyadan, afişlerden ve tabelalardan sürekli olarak

 satın almamız ve "tadına bakmamız" hususunda bize telkin edilen "her şey"in buna neden

 olduğunu anlamakta zorlanmayız herhalde.


Kant'ın "Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena" Adlı Eseri Üzerine






Kant; "Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena" adlı eserin ilk

 satırlarında şunları yazıyor;

(Prolegomena; girişler, mukaddime demek)

"Amacım, Metafiziği uğraşmaya değer bulan herkesi, çalışmasına ara vermesinin, şimdiye

 dek olan biteni olmamış saymasının ve her şeyden önce "acaba Metafizik gibi bir şey hiç 

olanaklı mıdır?" sorusunu sormasının kaçınılmazcasına zorunlu olduğu konusunda ikna 

etmektir.

Eğer Metafizik bir bilimse, nasıl oluyor da diğer bilimler gibi genel ve sürekli bir tasvip


 kazanmıyor? Yok, değilse, nasıl oluyor da bilim kisvesi altında, durmadan böbürlenerek

 insanın anlama yetisini hiç sönmeyen ama hiç de gerçekleşmeyen umutlarla oyalıyor? O

 halde, ister bilgimiz ister bilgisizliğimiz kanıtlansın, bu iddialı bilimin yapısı konusunda artık

 kesin bir karara varmak gerekir; çünkü bu durum, daha fazla böyle süremez. Diğer bütün

 bilimler durmadan ilerledikleri halde, bilgeliğin kendisi olmak isteyen ve kehanetine hep

 başvurulan bu bilimde bir tek adım atmadan hep aynı yerde dönüp durmak, neredeyse

 gülünç görünüyor. Ayrıca taraftarları da çok azalmıştır ve kendilerini başka bilimlerde

 sivrilecek kadar güçlü hissedenlerin, ünlerini bu bilimde denemek istediklerini görmüyoruz

 —bu bilim ki, başka herşeyde bilgisiz olan herkes, onda kesin bir yargıda bulunmaya

 cesaret ediyor, çünkü bu alanda gerçekten de, esaslı olanı boş laftan ayırt edecek kesin bir

 ölçü henüz yoktur."


Gayet ciddi ve zamanında son derece etkili olmuş bir eleştiri bu. Bir çoklarına göre Kant'tan 


sonra metafizik sona ermiştir zaten. 


Kant gibi bir dehaya cevap verme gibi bir küstahlığa girmek benim haddime düşmez ancak


 aklıma gelen bir kaç noktada Kant'ın bu yaklaşımının hastalıklı yapısına işaret etmeye 

çalışacağım.


1. Kant Metafiziği uğraşmaya değer görmüyor. Oysa bizzat kendisi büyük bir metafizikçidir.


 Kendisi bir metafizik teori olan "Transendental(aşkınsal) İdealizm" in kurucusudur. Diğer

 taraftan "Metafizik anlamsızdır" önermesi bizzat negatif metafiziksel bir önermedir. Burada

 Kant kendiyle çelişmektedir. Dine yol açabilmek için aklı inkar ettim diyen bir kişinin hangi

 metafiziğe hücum ettiğinin ortaya koyulması gerekir.


2. Kant metafizikle bilimi kıyaslıyor ve bilimi metafiziğe üstün görüyor. Köklerinin birliğine ve


 sıkı ilişkilerine rağmen bilim ve felsefe doğası gereği birbirinden farklıdırlar ve yarıştırılmaları

 anlamsızdır. 


3. Metafiziğin böbürlenmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Felsefi kuramlar -benim


 bildiğim kadarıyla- böbürlenmezler. Kant burada kitabının hacmini arttırmak için laf

 kalabalığı yapıyor. 


4. Kant, bilimdeki baş döndürücü ilerlemeye rağmen metafiziğin yerinde saydığını bu yüzden


 gülünç duruma düştüğünü iddia ediyor. Keşke süreç felsefesine, modern bilimden beslenen

 düzen argümanının yeni formülasyonlarına ve kozmolojik argümanın yeni yorumlarına

 kavuşabilseydi. 


5. Kant; metafiziğin taraftarlarının çok azaldığını söylüyor. Metafizik içerdiği tüm tartışmalara


 rağmen tarih boyunca hiç bir zaman ilgisizlik çekmemiştir. Sadece bu ilgi şekil

 değiştirmiştir. 


6. Kant, metafizik konularda herkesin kesin bir yargısının olduğundan dem vuruyor.


 Herkesin metafiziksel konularda kesin bir yargısı olduğu problemli bir ifadedir. Bir defa 

herkes metafizikle derinlemesine ilgilenmiyorki. Bundan ziyade herkesin bir dünya görüşü

 var. Bu bağlamda, dünya görüşlerinin bir uzantısı olarak, insanların neredeyse hepsinin

 olumlu ya da olumsuz şekilde, bir metafiziksel duruşu olmasının neresi garip? İnsanlar, aklı

 elverdiğince düşünmesin mi?


7. Kant'ın düşüncelerindeki en önemli problem ise şudur; dikkat edildiyse, Kant metafiziğin


 bilim gibi olmadığını, bir sürü karşıt, zıt görüş barındırdığını ve adeta herkesin ayrı bir telden

 çaldığını ifade ediyor. Bu eleştirinin haklılık payı bir miktar vardır. Çünkü metafizik, 

spekülasyonlara açık bir alandır. Metafizikle bilimi kıyasladığım anlaşılmasın ancak bilimdede 

spekülasyonlar, farklı ve birbirine zıt görüşler vardır. Mesele modern fiziğin iki büyük kuramı

 olan genel görelilik ve kuantum teorisi ultramikroskobik boyutlarda birbiri ile uyuşmaz

, birbirinden ayrı olarak çok farklı evrenler tasvir ederler. Bunları şunun için söylüyorum: bir

 alanda bir çok farklı düşünceden bahsedilmesi o alanın tümüyle anlamsız olduğunu

 düşünmemizi gerektirmez. Bundan öte metafizikte de zannedildiği gibi sonsuz sayıda

 düşünce yoktur. Ayrıca metafizik kuramlar belirli bir mantıksal düzende kurulur. Diğer

 taraftan düşünce tarihinde metafiziksel görüşler iki blok etrafında toplanmıştır. Bunlar

 naturalist-materyalist blok ile teist blok olarak ifade edilebilir. Panteizm, panenteizm gibi

 yaklaşımlar ise aralarda konuşlanmış olarak düşünülebilir. Bir de bu guruplara muhalif olan

 sofistler var. O kadar. Görüldüğü gibi herkes ayrı bir telden çalmıyor. Nihai noktada

 bilimdeki çok görüşlülük gibi metafizikte de çok görüşlülük olması onun tamamiyle anlamsız

 olması demek değildir. Kendi dili içerisinde tutarlı bir şekilde kurulan metafizik teoriler

, kişinin kendi iç dünyasındaki bilimsel düşünceleri-bilgileri ile bir ahenk taşıyorsa kim buna

 ne diyebilir?

Sanat, Oyun ve Felsefe Üzerine



Burada oyundan kastımız özellikle son yıllarda görsel ve işitsel sanat öğelerine ağırlık veren

 bilgisayar oyunları.


Felsefecileri bilmem ama ben oyunların sanatsal bir değer taşıdığına inanıyorum. Sanatsal


olarak olağanüstü bir görsellik sunan oyunlar var. Far Cry 3, Dishonored, Bioshock İnfinite ve

 Tomb Raider: A Survivor is Born bunlardan sadece dört tanesi. Artık oyun yapımcıları bu

 estetik detaylara çok büyük meblağlar ayırıyorlar.


Ekteki resim Dishonored adlı oyundan bir sahne. Barok mimarinin eşsiz bir örneği olarak


 canlandırılmış bir "aşk evi" olan "The Golden Cat" ın girişindeki merdivenler. Üst katlarda ne

 manzaralar var varın siz hayal edin.


Örneği geçip sadede gelelim.



Bu tip oyunları sanat olarak değerlendirdiğimizde oyunlar ile ilgili olarak ortaya dört şey


 çıkar. 


1. Oyunların oynanmasında sanattaki gibi yarar amacı güdülmez. 



2. Oyunlar sanat gibi insanı gündelik yaşamın sıkıntılardan, kaygılarından uzaklaştırarak,


 insanın adeta kendisini unutmasını sağlar.


3. Oyunlarda da, sanatta olduğu gibi, dış dünyaya yani hayal dünyasına yönelme olur. Bu


 dünya içinde, insan mutlak özgür olur.

4. Oyunlarda, özellikle sanatsal kalitesi yüksek oyunlarda, estetik haz duyan ya da duymak

 isteyen genç bir ruhun bu isteğini alternatif bir yolla karşılayacak oldukça çok materyal

 vardır.



Friedrich Schiller (1759-1805): Ona göre, “İnsan oynadığı sürece insandır.” Schiller’e göre


 insan, gerçek özgürlüğe ancak sanat yoluyla ulaşabilir. İnsan sanatla uğraşırken, kendini

 zamandan koparılmış gibi hisseder. Bu ise oyun oynarken zamanın nasıl geçtiğini fark

 etmeyişimize benzer. Biz, insanlığımızın burada, dış kuvvetlerin darbesine maruz kalmamış

 denecek kadar, saf ve tam olarak ortaya çıktığını anlarız

Felsefe, Ruh ve Ölümsüzlük Üzerine

Felsefe, Ruh ve Ölümsüzlük Üzerine






İnsanın, öleceği hususunda sahip olduğu bilgi, varlığı hususunda olduğu bilgisi kadar 


kesindir. Ölüm, gerçekliği konusunda bütün insanların ittifak ettiği bir olgudur. Hatta ölümün 

tüm insanların ittifak ettiği tek şey olduğunu öne sürebiliriz. 


Felsefe alanında da sorgulanan insanın ölümlülüğü ve ölümsüzlük düşüncesi ruh-beden 


ilişkisi tartışmalarında çözülmesi gerekli en önemli problemlerden olmuşlardır. Dinlerin bu

 konudaki tezlerinin, öncelikle imanı gerektiren iddialar olduğu doğrudur. Ancak felsefi olarak

gerçekten ölümsüzlük mümkün müdür ve akli bir şekilde temellendirilebilir mi?

Ölüm ve ölümsüzlük problemi kökleri daha eski dönemlere gitse dahi, sistematik ve felsefi


anlamda Platon’dan beri tartışılmaktadır. 


Platon’a göre, ruhun özü hayattır. Ruh, kendi kendine hareket verme, kendi hareketinin


 kaynağı olma imkanına sahiptir. O, bedenden önce de vardı, sonra da var olacaktır. Beden

 dünyasında var olan iyi ve kötü her şeyin yeterli sebebi ruhtur. Platon felsefesinde insan

, esas itibariyle ruhtur. Ölümsüzlük, Platon’a göre, bizzat ruhun kendi öz yapısından, yani

 onun basitliğinden gelmektedir. Bazı farklılıklar ile beraber benim de genel olarak

 benimsediğim ruh ve hayatın eşdeğer(aynı şey) olduğu düşüncesi buradan gelmektedir.


Aristo ise, ruhu, bedenin bir formu olarak görmektedir. Ruh, bedensiz var olamadığı gibi


, bedenin yok olmasıyla o da yok olmaktadır. Yani Aristo'ya göre ölümsüzlük imkan dışıdır.


Genel olarak İslam Filozofları ve Kelamcılarına baktığımız zaman ruh ile ilgili olarak farklı


 fikirler göze çarpsa da Müslüman Filozoflar ve Kelamcılar insanın beden ve ruhtan oluşan

 bir varlık olduğunu kabul etmişlerdir. Yani İslam Filozoflarının ve Kelamcılarının çoğunu

 genelde düalist olarak tanımlayabiliriz. Bu fikirler halk arasında yaygın olan geleneksel ruh

 ve beden ayrımı düşüncesinin de temelleridir. Buna göre İslam filozoflarının genel fikri

 bedenin ölümlü olmasına rağmen ruhun ölümsüzlüğü şeklindedir.


Mutasavvıflara göre ise insan, aslında kendiliğinden varolan bir hakikat


değil, gerçekliğin bir tecellisidir. Ruh da bu gerçeklikten ibarettir. İnsan ruhu, Allah’ın, yani

 Küllî Ruhun bir görüntüsünden başka bir şey değildir. İnsan, bir deniz olan mutlak varlığa

 nispetle bir dalga gibidir. İnsan bedeni, tüm maddi alem gibi yanılsama ve hayalden

 ibarettir. Gerçek varlık Allah'tan gelen ruhtur ve ölümsüzdür.


Yine batı felsefesi içerisinde tarih boyunca ruh-beden ilişkisi ya materyalist, ya idealist, ya


 düalist ya da mistik şekilde yorumlanagelmiştir. 


Günümüzde ise özellikle süreç teizmi, "objektif ölümsüzlük" kavramı ile geleneksel ruh


-beden ilişkilerine dayalı ölümsüzlük düşüncelerinden son derece farklı bir yaklaşım ortaya

 koymaktadır.


Objektif ölümsüzlük düşüncesinde kişilerin tek tek ölümsüzlüğü yerine, eylem, tecrube ve


 anlarının silinmeyecek bir hafızada tutulması şeklinde beliren bu yaklaşım, devamlı yok olan

 "an"ların bu yok oluşla birlikte ölümsüzlüğü kazanmaları şeklinde ifade edilmektedir. Buna

 göre yok olan anlar subjektif özelliklerini kaybetmelerine rağmen, onların bu kayıpları objektif

 ölümsüzlüklerini kazanmaktadır.


Bu yaklaşımdaki düşüncenin özü "objektifleşme" ve "devamlı yok olma" kavramlarında


 yatmaktadır. Süreç teizminde objektifleşme kavramı yaratıcı sürece katılma olayının

 sonucunda ortaya çıkmaktadır. Çünkü objektifleşen varlık belli bir süre sonra yok olsa bile,

 onun varlığının Tanrının zihninde sonsuza kadar devam edecek olması objektif

 ölümsüzlüğün en temel iddiasıdır.


Süreç teizminde objektif ölümsüzlüğü sağlayan Tanrı'dır. Buna göre ölümsüz olabilmek için


 yaratıcı sürece katılmak ve hayatın akışı içerisinde yer almak gerekmektedir.


Tablo : Jose Benlliure y Gill, The Barque of Charon, 1919



Kaynaklar:



1. Ö. Sarıdoğan, İbn Sina'da Ölümsüzlük Düşüncesi



2. C. Türer, Whitehead'ın Tabiatçı Teizmi



3. G. Kaplan, Süreç Teizminde Ölümsüzlük Düşüncesi



4. M. Akbaş, Süreç Felsefesinde Ölümsüzlük

Naturalizm? Teizm? Ya da Naturalistik Teizm?

Naturalizm? Teizm? Ya da Naturalistik Teizm?



Düşünce tarihinin en temel kavramlarından birisi olan "Natura (Doğa)" kavramının 

20. yüzyılın başlarında şekillenen ve halihazırda tartışılmaya devam eden yeni yorumun 

aksine bu kavramın kadim kökleri biraz farklıdır. 

Latince "Natura": Kadim doğa tasavvurunda, bir ilkeyi, bir prensibi, kök veya kaynağı ifade 

eder. Bir şeyin tabiatı, o şeyin olduğu gibi olmasını sağlayan şey'dir(ilke). Bugün bile "bir

şeyin doğası" derken kastettiğimiz şey aslında onun mahiyeti ve  aslıdır.



Antik Yunan filozofları bu kelimeyi özellikle bu anlamda kullanmış, bir çok filozofun yazdığı 

Doğa Üzerine" başlıklı kitaplarda da bu kadim anlam kastedilmiştir. 



Natura(doğa) kavramının anlam katmanları şöyle ifade edilebilir;



1. Evrensel ölçüde kozmik ve biyolojik gelişme, büyüme ve evrilme süreci olarak "Natura". 

örneğin bir ağacın büyümesi onun doğası olduğu gibi evrendeki değişim ve başkalaşım 

süreci de onun doğası gereğidir.



2. Canlı, yok edilemez, başlangıcı ve sonu olmayan, ezeli ve ebedi, sınırsız gerçeklik olarak 

"Natura".



3. Varlığa çıkan, yaratılan maddi alemin ve maddenin ilk ilkesi ve ilk nedeni olarak "Natura".



4. Tabiatla uyum içinde yaşamak anlamında insanın sahip olduğu ahlaki prensip ya da 

prensipler bütünü olarak "Natura".  Yani fıtrat.



5. Evrensel veya bireysel "ruh" olarak "Natura". Buna göre insana içkin ruhun iki yönü vardır.

Birincisi kendisi ile ilgili olan yönü diğeri evrensel ruhla ilişkisi olan yönüdür.



6. Bazen "Natura" kavramına amaç ta eklenir. Bir şeyin uğruna var olduğu nihai durumdur 

Natura".


Kadim dönemde metafizik, fizik, kozmoloji, biyoloji vb. nin tamamını kuşatan "Natura" 

günümüzde deneysel bilimlerin eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır.



Yukarıdaki çeşitli anlamların hepsini göze alarak "Natura" yı kadim anlamında kullandığımız 

zaman Teizm ve Naturalizm arasındaki kalın çizgi kaybolur. Bir bütün olan "Natura" ezeli ve 

değişmeyen yönü ve zaman içerinde süregelen yönü ile  Tanrı'nın kavramsal olarak 

eşdeğeri  haline gelir. Yani naturalizm ile teizm naturalistik teizme dönüşür.



Bu durumda şahsi kanaatimce ateizm "bir ilke olarak" imkansız hale gelir. Ancak bu ateistin 

tüm eleştirilerinin yıkıldığı  anlamına da gelmez. Ateist "Natura" nın dinlerle ilişkisi ve 

sıfatları hakkındaki eleştirilere devam edebilir.



Tablo : Noah and His Ark' by Charles Willson Peale, 1819



Referanslar:



1. İ. Arslan, Çağdaş Doğa Düşüncesi



2. M. K. Arıcan, Spinozanın Tanrı Anlayışı



3. J.B.Cobb, D.R. Griffin , Süreç Teolojisi



4. M. Albayrak, Tanrı ve Süreç