15 Mart 2014 Cumartesi

Dil, Dünya ve Yeni Bir Metafizik Dilin İnşası




1. Giriş ve Tarihsel Arka Plan

Wittgenstein’in Tractatus döneminde açık bir biçimde savunduğu görüşe göre; dil dünyayı betimlemek 

için bir araçtır. Doğru bir önerme, Wittgenstein’a göre bir “resim”dir; dünyanın bir olgusunu resimler.

Bu şekilde dil dünyayı açıklar, onu betimler, ve gerçekliği bize yansıtır. Bu görüş o dönem yaygın 

kabul gören pozitivist akımın bir uzantısı olarak da görülebilir. Nitekim Wittgenstein’ın başını çektiği 

Viyana Çevresi filozoflarının kurduğu akım Mantıkçı Pozitivizm olarak anılır.


Çağdaş bilim adamlarının çoğunun "takılıp kaldığı" felsefi paradigma ve negatif metafiziksel ön 

yargının kaynağı budur işte.

Ancak özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra çağdaş felsefede birçok felsefeci dilin dünyayı betimleme gücü konusunda işte bu geleneksel görüşe karşı çıkar. İşin ilginç tarafı bu karşıt görüşün ilk tohumlarından birini atan Mantıkçı Pozitivist akımın önemli temsilcisi Rudolf Carnap olmuştur. Carnap deneyci felsefe açısından sorun yaratan sayı, önerme, anlam, nitelik gibi soyut şeylerin varlığına bir açıklama getirmeye çalışırken felsefe tarihinde ilk kez dilsel çerçeve kavramını geliştirir. Carnap’ın deneyci felsefesi gereği her şeyin fiziksel

dünya içinde yer alması gerekir, ancak, örneğin “üç sayısı” dediğimiz şeyin dünyada fiziksel bir karşılığını bulamayız. Bu da görünürde derin bir metafizik soruna yol açar: sayılar gerçekten var mıdır?


İşte bu tür soruların aslında “anlamsız” sorular olduğunu göstermeye çalışan Carnap matematik dilini 

kullanan herkesin peşinen sayıların varlığını da kabul etmesi gerektiğini söyler. Yani matematiğin bir 

dilsel çerçevesi bulunur ve bu çerçevenin tanımlanmasında sayıların varlığı gerekir. O çerçevenin

 “içinden” “sayı var mıdır?” diye sorarsak, bunun yanıtı basitçe “evet” olacakken, o çerçevenin dışına

 çıkıp, aynı soruyu metafizik bir soru olarak sorduğumuzda anlamsız bir soru sormuş oluruz.

Sorular ve önermeler ancak bir dilsel çerçeve içinde anlam kazanırlar. Matematik dili bunlardan yalnızca biridir. Carnap başka dilsel çerçeve örnekleri de verir. Fiziksel dünyadan söz etmemizi sağlayan bir dilsel çerçeve olduğu gibi (Carnap buna “şeylerin dili” der), dil felsefesi yaparken içinde “anlam”, “önerme”, “gönderme” gibi terimlerin yer aldığı felsefi bir dilsel çerçeve de vardır. Carnap birbirlerinden farklı

dilsel çerçeveler olduğunu savunmuş olsa da fiziksel dünyaya yönelik tek bir dilsel çerçevenin olduğunu var sayar. Bu görüş daha sonra değişik biçimlerde epistemoloji, dil felsefesi ve özellikle de bilim felsefesi içinde eleştirilmiştir.


Örneğin Collingwood, An Essay on Metaphysics (Metafizik Üzerine Bir Deneme) adlı ünlü eserinde farklı dillerin farklı “önkabulleri” (presuppositions) olduğunu savunur. Bu önkabullerin bazıları o dili tanımlar ve bundan dolayı o dilin oluşturduğu kuramsal dizge

için bu önkabuller “mutlak”tır ve o dizge içinde sorgulanamazlar. Örneğin çağdaş tıp bilimi her hastalığın bir nedeni olduğunu kabul eder. Bir tıpçıya “peki neden her şeyin bir nedeni olsun ki?” diye sorduğumuzda kendi tıp dili içinde buna bir yanıt getiremez. “Bu bizim sorgusuz olarak kabul ettiğimiz bir fleydir” demek zorunda kalacaktır.

Collingwood’a göre. Tıp bilimi ve buna bağlı olan uygulamalar ancak bu

mutlak önkabul ile iş yapabilirler. Ancak bir başka dizge içinde, hatta bir başka çağda bir başka bilim kuramı bu önkabulu mutlak olarak görmeyebilir, hatta kabul bile etmeyebilir. Örneğin bazı metafizik dizgelerde, hatta bazı fizik kuramlarında her olayın bir nedeni yoktur. Collingwood’a göre Newton fiziğinde bile bu bir mutlak önkabul değildir. Kısaca Collingwood’a göre çevremizde olup biteni düşünürken, yargıda bulunurken, soru sorarken hep içinde bulunduğumuz dilin oluşturduğu bir dizge içinden bakarız dünyaya.


Collingwood sonrası özellikle son elli yıldır bilim felsefesinde çok benzer bir görüş çok etkili 

olmuştur. Bu görüşün gelişmesine Imre Lakatos ve Paul Feyerabend adlı iki bilim tarihçisi ve 

felsefecisi önemli katkıda bulunmuş olsalar da, asıl Thomas Kuhn’un klasikleşmiş The Structure of 

Scientific Revolutions (Bilimsel Devrimlerin Yapısı) adlı kitabıyla ünlenmiştir.

Kuhn’a göre her bilimsel kuram parçası bir “paradigma” içinde ortaya çıkar. Aristoteles, Batlamyus 

(Ptolemy), Kopernik, Newton, Einstein’ınki gibi etkili olmuş tüm fizik kuramlarının her biri farklı bir 

paradigma içerir.

Bilimsel paradigmaların en temel öğelerine Kuhn önce “leksikon” daha sonra da “kavramsal çerçeve” 

der. Bir bilimsel devrim oluşunda paradigmanın değişimi ile kavramsal çerçeve de değişir. Örneğin 

Kopernik devrimi sonucu yalnızca kuramsal bir değişim değil aynı zamanda kavramsal çerçevede yani 

dilde bir değişim yaşanmıştır.

Kopernik öncesi Avrupada baskın olan Batlamyus paradigmasına göre dünya evrenin merkezinde yer 

alıyordu. Collingwood’un deyimiyle bu önerme Batlamyus’un kuramının “mutlak önkabul”ü idi. 

Dünyanın çevresinde dönen “gezegenler” ve onlardan çok daha uzakta sabit “yıldızlar” bulunurdu. 

Batlamyus’un bu kavramsal çerçevesi Kopernik sonrası özden değişti. Bu değişim tüm evreni 

algılamamızı etkileyecek düzeyde bir değişimdi Kuhn’a göre.

Kopernik yalınızca Batlamyus’un kuramını belirleyen Dünyanın evrenin merkezinde olması na dair 

temel önermeyi reddetmekle kalmadı, aynı zamanda Batlamyus dizgesinin kullandığı kavramsal 

çerçeveyi de değiştirdi. Bu değişim sonucu eski “gezegen” kavramı yerine yenisi geldi ve bununla 

beraber yeni kavramlar ortaya çıktı.

Batlamyus’un kuramına göre bizim bugün “gezegen” dediğimiz şeyler dışında, Ay ve Güneş de birer 

“gezegen” idi. Dünya evrenin merkezindeydi ve onun çevresinde döndüğüne inanılan her şeye 

“gezegen” deniyordu. Kopernik buna karşı çıkarak Dünya’nın evrenin merkezi olduğu önermesini 

reddederken, gezegen kavramını dünyanın değil, Güneşin çevresinde dönen gök cisimleri olarak 

tanımladı. Dünyanın çevresinde dönen gök cisimleri ise “uydu” denen yeni bir kavramın doğmasına 

neden oldu. Günümüzde hala büyük ölçüde Kopernik’in kavramsal çerçevesini kullanmaya devam 

ediyoruz. Bugün gökyüzünü nasıl algıladığımız da bu kavramsal çerçeve tarafından belirleniyor. Kuhn 

bu tür örnekler yoluyla bilimin yapısını ve tarihini anlatmaya çalışır.

Ancak dilin bizim dünya görüşümüzün oluşmasında katkısı yalnızca bilimsel konularla sınırlı değil. 

Siyaset konuşurken, alış veriş yaparken, arkadaşlık ederken ve yaşamın bir çok farklı alanında, birçok 

farklı kavramsal çerçeve kullanıyoruz. Bunların her biri bize birer “dünya görüşü” sunuyorlar.

Sonuç olarak mantıksal pozitivizmin, indirgemeci ve hatalı bir tutum olduğunu, deneye ve gözleme 

dayanmaya konularda da kendi içinde tutarlı olmak kaydıyla kullanışlı bir dil oluşturulabileceğini, 

bilimsel teorilerin mutlak hakikat iddiasında olmayıp meydana getirildikleri zamansal dönemin 

paradigmasının bir ürünü olduklarını ifade etmeliyiz. Elbette buradan bilimsel gelişmelerin yanlış 

olduğu sonucu çıkmaz.

2. Metafiziğin Yeni Dili

Yeni ve tutarlı bir metafiksel din inşa etmemiz için hangi hususlara dikkat etmemiz gerekmektedir?

a. Metafizikten bahsederken kullandığımız dilin kendi içerisindeki tutarlılığı ortaya koyabilmek için, 

metafiziksel ifadelerin sentatik(cümle ile ilgili) ve semantik(anlam bilimi) özellikleri, ayrıca Tanrı 

hakkında konuşurken kullanılan teşbihi, tenzihi ve temsili dil(dolaysız anlatım) ile, Tanrı inancıyla 

ilgili olarak sembolik, mecazi, mitolojik ve model dil(dolaylı anlatım) özellikleri göz önünde 

bulundurulmalıdır.

b. Metafizik hakkında konuşmanın mümkün olabilmesi için bu dilin mantıksal durumu ile harfi 

harfineliği(literal olması), metafiziksel bilginin kognitifliği(bilgisel olması) ile imkanı, metafizik ve 

din dilinin "tastik", "doğrulama", ve "yanlışlama" ilkeleri açısından değeri, sembolik ve 

antropomorfik(insanbiçimsel) dilin tutarlılığı, din dilinin kullanım ve fonksiyonu açıkça ortaya 

koyulmalıdır.

c. Metafiziksel iddialardaki her türlü konuşma şu veya bu şekilde Tanrı hakkında konuşmadır ve Tanrı 

hakkında konuşmanın pek çok güçlüğünün bulunduğu da ortadadır. Ancak bu durum Tanrı hakkında 

hiç bir şey bilemeyeceğimiz veya konuşamayacağımız anlamına gelmez. Her şeye rağmen Tanrı 

hakkında çeşitli biçimlerde konuşulmuş, gerek ad gerekse tanım olarak bir çok şey söylenmiştir. Tanrı 

terimiyle kastedilenin ne veya kim olduğu sorusu sorulmalı, tahliller yapılmalı karşılaşılan güçlükler 

aşılmaya çalışılmalıdır. Örneğin daha önce bahsettiğimiz "Natura" kavramının kadim anlam tabakaları 

ışınında doğa ve doğa üstü ayrımını silikleştirip yeni açılımlara gidebiliriz. Elbette ki metafizik dilin 

içindeki güçlüklerin önemli bir bölümü günlük dilde kullanılan kelimelerin ödünç alınması ve 

metafizik konuşması yapan kişinin epistemolojik donanımının yetersiz oluşuyla bir çok problem 

meydana gelmektedir. Bu durum da göz önünde bulundurulmalıdır.

d. Metafiziksel dilin mantıksal statüsü, onun doğru veya yanlış olma imkanıyla doğrudan ilişkilidir. 

Aksi taktirde dini önermelerin gerçeklik iddiası, ya da kognitif(bilgisel) yönü temelsiz kalacaktır. Bu 

 da metafiziğin kendi mantığı ile çelişecektir. Çünkü metafizikçi açısından, ortaya koyduğu önermeler 

olgusal ve gerçeği dile getiren önermelerdir. Bunun yanında metafiziğin dili kendine has özellikleri de 

bünyesinde taşımakta olup, günlük dilden ayrılmaktadır.

Şüphesiz yukarıda bahsettiğimiz her bir madde kendi içinde bir kitap boyutuna sığacak şekilde 

genişletilebilir. Burada amaçlanan şey, temel olarak bu hususlara dikkat edilerek kullanılan 

metafiziksel dilin kendi kavramsal çerçevesi içinde tutarlı olabileceği dünya hakkında bize doğru

 bilgiler sunabileceğini ortaya koymaktır.

3. Sonuç
Mantıksal pozitivizm felsefi anlamda gücünü kaybetmiş olmasına rağmen popülerliğini yitirmemiştir. 

Metafiziğin her türlüsüne burun kıvıran bu felsefi tutum en başta doğa bilimlerinin etkin bir biçimde 

kullandığı matematiği temellendirmekten aciz görünmektedir.

Bilimsel ve felsefi kuramlar kendi zamanlarının paradigmalarına bağlı olarak ortaya çıkmış olup 

mutlak hakikat iddiasında olmamalıdırlar. Bunun yanında bilimsel, felsefi, metafiziksel veya ahlaki 

teoriler  kendi kavramsal çerçeveleri düzgün ve kendi içinde tutarlı oldukları sürece dünya ve hayat ile 

ilgili  bize anlamlı bilgiler sunabilirler.

Yeni metafizik dili geçmişten gelen felsefi birikim ve modern analitik yaklaşımları kullanarak kendi 

kavramsal çerçevesi içinde daha derin ve daha geniş bir açılım sağlayabilir. Bunun ilk şartı ise 

kullandığı her bir kelimenin tek tek, her yönüyle analiz edilip özelliklerinin ortaya koyulmasından

 geçer.

Kaynaklar:
1. L. Wittgenstein, Tractatus

2. L. Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar

3. T. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı
4. T. Koç, Din Dili
5. R.G. Collingwood, Metafizik Üzerine Bir Deneme
6. İ. İnan, Dil Felsefesi
7. A. Topaloğlu, Teizm ya da Ateizm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder