Dini parçalanmışlıklar sosyolojik ve teolojik gerçekliklerdir. Bu, istemeseler de dinlerin başına gelmiş ve üstesinden gelme adına çeşitli yollara başvurdukları bir konu olmuştur. Fakat başvurdukları bu yollar sahip oldukları karşı-tezlerin tutarlılığının araştırılmasına yol açmış ve kendilerinin de sorgulanmasına sebep olmuştur.
Hıristiyanların, "önce iman et, işin hakikati sana sonra açılacaktır" anlayışına mukabil, kişinin sorgulamacı bir mantık ile iman etmesini isteyen İslamiyet, karşılaştıkları bu probleme kendi açılarından farklı yanıtlar vermişlerdir.
Hıristiyanların, benzer iddiaları zaman ve mekân farkından başka fark olmaksızın, dile getiren kişilerin, bazısının iddiası niçin ret ediyorken, diğerininki niye kabul ediyor? Sorusuna kutsala dayanan bir temel bulmakta zorlandıkları gözlemlenmektedir.
Buna ilaveten neticede; Hıristiyan teolojisi, teşekkül devri ve akabinde sahipleneceği "kutsal metin" ve "otorite çokluğu" problemlerini gelenek ve yorum yetkisine tanıdığı genişlikler ile üstesinden gelmeye çalışmıştır. Fakat geleneğe bağlı bu çözüm arayışı zaman ve mekân farkından doğan ihtilafları giderememiş, bilakis bu ihtilafların artmasına sebep olmuştur. Yorumlamada tanınan serbestiyet ise otorite boşluğunu tetiklemiştir. Zaman içinde Konsil kararları ile bunun üstesinden gelinmeye çalışılsa da, parçalanma artarak devam edegelmiştir. İslamiyet ise kutsal metinlere göre şekillendirdiği geleneği sayesinde canlı bir teolojik ortama sahip olmuştur. Yorum ve kanaat belirtmeye kendi sınırlarını sıkı tuttuğu bir disiplin içinde imkân tanımıştır, dememiz mümkündür.
Elde ki verilerin mukayesesini yaptığımız da: Teolojinin, dinin yayılma hızından daha yavaş geliştiği Hıristiyanlık ile teolojisine binaen yayılan İslamiyet, daha başlangıç aşamasından itibaren, kendi inançlarına muhalif organizasyonlarla ve kişilerle muhatap olmuştur. Kutsal Metin ve Dini Otoritenin bu muhalif fikirlere karşı geliştirdiği savunma imkânları, benzeri kopuşları engelleme adına önemli olmuştur. Hem tarihi tecrübenin hem de elde ki imkânların etkisi ile günümüz İslam coğrafyasında buna benzer kopuşların yaşanma sıklığı Hıristiyan coğrafyadaki ile kıyaslanamayacak kadar azdır. Bu azlığın teolojik arka planda bulunan problemlerden kaynakladığını ve bu hususta Hıristiyanlığın kendi doğasında bulunan "elastikiyet" gerekçesi ile mümbit bir atmosfer temin ettiğini ifade edebiliriz. Bu atmosferde gelişen ve kendine inanan bulmakta zorlanmayan yeni ve alternatif dini akımlar, Hıristiyanlık adına, ana gövdenin evrilmesi ve değişimine de sebebiyet vermektedir. Başta, akidevi meselelerde olmak üzere, sosyal konularda da Hıristiyanların ve de Hıristiyanlığın tutum ve davranışlarının değiştiğini veya değişmek zorunda kaldığının tespit edildiğinin belirtilmesi gerekir.
Vahyin ve peygamberlik kurumunun Hıristiyanlık için ifade ettiği mana; vahyin tespiti, tespit edecek otoritenin ikamesi ve vahyin yorumlanması, elçilik, meselelerinin ortaya çıkışına yol açtığını söyleyebiliriz. Bu meselelere o günün insanları, ellerinde ki imkânlar dâhilinde ve kendi görüşlerine uygun bir listeye göre çözümler üretmişlerdir. Bu çözümler ilk günlerden bu güne kadar akide bazında parçalanmışlıkların önüne geçememiştir. Zaman içinde gelişen "kutsal"ı insanların tespit edebileceği ve Kilisenin bu kutsala sahiplenmesi, Yeni Çağ Dini Akımlarının sıklıkla kullandığı bir yol olmuştur. Her akım kendi kutsal metnini veya objelerini ortaya çıkarmış, akabinde de kendi kurduğu kilisede bu kutsalın tespitini ve bir nevi tescilini yapabilmiştir. Yukarıda yaptığımız izahlardan sonra diyebiliriz ki, Hıristiyanlığın tarih boyunca, vahiy, vahyin tespiti, dini otoritenin ikamesi ve vahyin yorumlanması konularında takip ettiği usul günümüzde Yeni Çağ Dini akımlar tarafından da kullanılmaktadır. İlk önce bir otorite ekseninde tekelleşen bu yaklaşım, özellikle Protestan akımların kuvvetlenmesi ve yaygınlık kazanması ile dini otoriteden uzaklaşma şeklinde cereyan etmiştir. Günümüzde ise ferdiyetçiliğin etkisi ve modernitenin tesiri ile Yeni Çağ Dini Akımlar kendilerine özellikle Batı coğrafyasında hem sosyal hem de teolojik bir taban bulmaktadırlar. Her ne kadar ferdiyetçiliğin etkisi ve Protestanlık vesilesi ile Hıristiyan coğrafyada bu akımlar gelişmeye müsait bir ortam bulduklarını söylemiş olsak da Soko gibi, akımın prensiplerini "kişinin başarısına" endekslemiş ve günlük dua çetelesi takip eden veyahut ta Opus Dei gibi "Kişisel Papazlık" adı altında şahsi ibadet yolunu açan Katolik akımların dahi yaygınlık kazanmasını ferdiyetçi aynı zamanda da cemaatçi, kişiyi sıkı takip altında tutma gibi metotlara sahip bir teoloji geliştirmelerine bağlayabiliriz.
Elde edilen bu bilgiler doğrultusunda:
a) Yeniçağ Dini Akımlar Hıristiyanların bulunduğu yerde neşv-u nema bulmuştur. Aynı zamanda Batı kültürünün ve Doğu mistisizminin senkretik bir oluşumudur. Teolojik zemin müsait iken Hıristiyan büyükleri tarafından reddedilmiştir. Unutmayalım ki Hıristiyanlık kişilere kutsallık atfetmekte herhangi bir beis görmemektedir.
b) İslam Kelamı açısından ise Yeni Çağ Dini akımlar kabul edilemezdirler. Sahip oldukları çoktanrılı yapılarının yanında, reenkarnasyona inanmaları sebebiyle de İslam ahiret inancı ile uyum göstermezler. Bunun yanında bireye ve bireyselciliğe yönelik yapıları sebebiyle de İslam inanç sistemine ters düşen bir anlayışları vardır.
c) Bu akımlarda görülen bireye ve bireyselciliğe olan vurgu kişiyi Tanrıdan uzaklaştırmaktadır. Reiki, Yogo, NLP ileri aşamada da, İslamiyet açısından sakıncalı bir bünye oluşturmaktadır.
Referans : Uğur Özdemir, Yeniçağ Dini Akımlarının Teolojik Açıdan İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder