10 Ekim 2013 Perşembe

"Din ve Bilim" Çatışması İddiasına Whitehead' çı Çözüm Önerisi : "Bilimsel ve Dini Natüralizm" veya "Naturalistik Teizm"



Batı Hıristiyan dünyasında şiddetli bir şekilde yaşanan din-bilim çatışmasının temelinde, bilimin dinden tamamen ayrı ve bağımsız bir alan olarak kabul edilmesi anlayışı vardır. Bu anlayış modern bilimsel dünya görüşünün kaçınılmaz olarak Hıristiyan inancı ile çatıştığı sonucuna götürmüştür.

17. yüzyılda başlayan süreçte din-bilim ilişkisi, farklı şekillerde kendini göstermiştir. Bu yüzyılda bilimdeki yeni keşifler, birçok dini anlayışa meydan okumuştur. Bu durum, bazı insanların geleneksel din öğretilerini savunmakta ısrar etmelerine, bazılarının ise terk etmesine, bazılarının da bilimin ışığında ve bilim karşısında kendini sağlam delillerle ortaya koyabilecek dini kavramlar formüle etmesine yol açmıştır. Süreç din felsefecileri de din-bilimi insanlığın bir arada yaşayabileceği ortak tecrübe alanları olarak görmüşler ve bu anlayışa göre teoriler geliştirmişlerdir.

Batı’da felsefi bir akım olarak yeni ortaya çıkmış olan süreç felsefesi ve bu felsefeden hareketle süreç din felsefesinin temelini, 19. ve 20. yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmeler oluşturmaktadır. Süreç din felsefesi, 20 yüzyılda fizik biliminin yeni fikirlerini dikkate alarak bilinebilen her şeyi kuşatacak bir metafizik üretmeye çalışmıştır. Bu felsefe, madde ve kozmosun evrimi hakkında öğrenmiş olduğumuz bilimsel gerçeklerin, aslında sorgulanması gerektiğini savunmaktadır. Bu felsefe bize objelerin kümeleşmelerinden ziyade, olayların birbiriyle ilişkisine ve oluşmakta olduğuna bakmamız gerektiğini öğretmektedir. Böyle bir bakış açısı, din-bilim arasında yaşandığı iddia edilen çatışmanın aksine, din ve bilim arasında bağlantısallık ilkesine göre bir çatışmanın olamayacağını göstermeye çalışır. 

Süreç din felsefesi Whitehead’den hareketle, ikili mutlak (ultimate) fikrine sahiptir. Bunlar, Tanrı ve yaratıcılıktır (creativity). Yaratıcılık, evrenin yaratıcı sürecidir. Gerçeklik, yaratıcılığın bireyselleşmesinden oluşur. Buna göre Tanrı ve yaratıcılık arasında hiçbir zaman rekabet olmamıştır. Çünkü Yaratıcılık tüm bilfiillerde somutlaşmış formsuz bir gerçekliktir. Tanrı ise bil-fiil’dir (actuality). Tanrı, mutlak şahıs (personal ultimate) olarak adlandırılırken yaratıcılık şahıs olmayan mutlak (impersonal ultimate) olarak adlandırılmaktadır. Buna göre dini tecrübenin iki temel tipi farklı mutlak gerçeklerin (ultimate realities) tecrübeleri olmaktadır. Bu açıdan bakınca din ile bilim de hayat içinde farklı iki alan olarak görülmesine rağmen, tek bir yapı içinde değerlendirilmelidir. Bu, din ve bilim arasında var olduğu iddia edilen çatışmayı ortadan kaldırabilecek tek yapı olarak görünmektedir. Çünkü dünyada, Tanrı’dan bağımsız hiçbir şeyin varlığını düşünemeyiz. 

Süreç din felsefesinin en çok üzerinde durduğu konu, özellikle 19. yüzyılın ortalarından beri din ve bilim arasında var olduğu iddia edilen çatışmaya çözüm bulma çabasıdır. Onun bu çözümü özellikle şu üç noktaya işaret etmektedir: Birincisi, çatışmanın din ve bilim arasında değil, dinsel süpernaturalizm ve bilimsel natüralizm arasındadır. İkincisi, bilime anlam verme noktasında süreç din felsefesinin ortaya koyduğu natüralizm anlayışı, ateizm ve materyalizme yol açan klasik natüralizm görüşünden daha kapsayıcıdır. Üçüncüsü süpernaturalizme dayalı bir din tanımlamasının yetersiz olmasına karşın süreç din felsefesi tarafından sistemleştirilen teistik natüralizm, dini anlama ve uygulamada daha destekleyicidir. 

Din-bilim arasında yaşanan çatışmanın öncelikle kaynağı tespit edilmelidir. Bu felsefeye göre bunun kaynağı, süpernaturalizm ve bilimsel materyalizmdir. Süpernaturalizm dinin mutlaklığını ve bilim karşısındaki üstünlüğünü, insan tecrübesinin gerçekliğini reddederek savunurken, bilimsel materyalizm duyumculuğu mutlaklaştırarak dine ve Tanrı’ya hayat hakkı tanımamaktadır. 

Din ve bilim arasındaki görünür çatışmayla ilgili Whitehead’in çözümünü "bilimsel ve dini natüralizm" dediği, ne dini fikirleri ne de bilimsel sonuçları reddeden yeni bir formdur. Natüralizm ile ilgili bu yeni form, dünyanın tek kutuplu ve doğal süreci engelleyen ilahi varlık fikri anlamındaki süpernaturalizmi reddeder. Bu yeni form, naturalistik teizmdir.

Süreç din felsefesi, bil-fiil şeylerin, somutlaşma süreci içinde olmaları, yani var olmaları ve yok olmaları, birbiriyle ilişkileri ilkesinden hareketle din ve bilimin birbirinden tamamen ayrı değil, birbiriyle ilişkili ve aynı düşünce şeması içinde değerlendirilmeleri gerektiğini göstermektedir. Bu felsefeye göre gerçeğin araştırılmasında bilim, ilahiyat ve metafizik birbiriyle yakından ilişkilidir. Bundan dolayı ilahiyat olmadan bilim, bilim olmadan ilahiyat veya metafizik olmadan ilahiyat ve bilim üretmek mümkün değildir. Ayrıca bilim, ilahiyat ve metafiziğin birbiriyle hiçbir ilişkisi olmayan bağımsız birer alan olduğunu söylemek de doğru değildir.

Süreç ve değişim vurgusunu yapan süreç din felsefesi tek bir alanla değil, insan tecrübesinin ve insan hayatının bütün alanlarıyla ilgilenmektedir. Bununla birlikte bu felsefi anlayışa göre insan tecrübesinin ve insan hayatının bu alanları birbirine ilgisiz değil, aksine birbiriyle karşılıklı bir ilişki içinde ve birbiriyle bağlantısaldır. Bu anlamda dünyanın birbiriyle ilişkili bir birlik olduğu düşüncesine vurgu yapılmaktadır. Dünyadaki her şey bizimle ilgilidir ve biz de onunla ilgili olmaktayız. Bu birlik, bizim evrenin ilahi yapısını paylaşabileceğimizi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İnsan tecrübesinin veya hayatının en önemli alanlarından ikisi olan din ve bilimdir. Her iki alan da insan tecrübesi ürünü olmasına rağmen tarihsel sürece bakıldığında bu iki alanın birbiriyle rekabet halinde olduğu görülmektedir. Ortaçağ döneminde, özellikle Hıristiyan Batı dünyasında, din otorite iken bilim dine göre bir anlama bürünmektedir. Son dönemlere bakıldığında da bilim otorite görünürken, din etkin bir değer ifade etmemektedir. Aynı zamanda din ve bilim arasında bir çatışma var olduğu iddia edilmektedir. Ancak burada göz ardı edilen bir nokta bulunmaktadır. Bu da her iki alanın da insan tecrübesi olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında din ve bilim arasında karşılıklı ilişkinin olması kaçınılmazdır. Süreç din felsefesi, Ian Barbour’un din-bilim ilişkisi için geliştirdiği tipolojilere göre entegrasyon görüşüne uygun bir çerçevede din-bilim ilişkisini ele alır. Buna göre din-bilim ilişkisi tek bir düşünce şeması içinde birleştirilebilir. Griffin, süreç din felsefesinin entegrasyon yaklaşımını benimsediğini kabul etmektedir.

Whitehead’in felsefi sistemine dayalı olarak geliştirilen süreç din felsefesinin din ve bilimi tek bir rasyonel düşünce alanı içinde entegre etme çabası iki temel gerekçeye dayanmaktadır. Birincisi, var olan gerçekliğin uyumundan umudumuzu kesmemek. İkincisi, bu bütünleşme sağlanamazsa, insanlığın günümüzde yaşadığı medeniyetin geleceğinin tehlikede olmasıdır. Medeniyetin tehlikeye girme ihtimalinin ancak şu üç özellik dikkate alınmazsa artarak devam edeceği savunulmaktadır. Birincisi, bilimsel ve dini topluluklar birbirine kuşku ve düşmanlıkla bakmayı bırakmalıdır. Şayet bu başarılamazsa, bugün medeniyetimizi tehdit eden problemlerin (küresel çevreyle ilgili kriz gibi) üstesinden gelmek mümkün olmayacaktır. İkincisi, bilim tarafından ortaya konulan gerçekleri din hesaba katmak zorundadır. Aksi söz konusu olursa bu da medeniyet için çok tehlikeli olabilir. Diğer bir ifadeyle din, bilimin ortaya koyduğu gerçekleri dikkate almaz ve önemsemezse, bu durum medeniyetin geleceğine ilişkin çok büyük tehlike arz edecek görünmektedir. Üçüncüsü, dini tecrübe tarafından ortaya konulan gerçekleri önemsemeyen bilim de medeniyetin geleceği için tehlike içermektedir. Çünkü dinin koyduğu gerçekleri hesaba katmayan bilim içinde şekillenen bilimsel dünya görüşü, insan tecrübesinin bütünlüğünü parçalamakla kalmayacak, bilimi tek hâkim unsur olarak kabul ederek, medeniyetin geleceğine katkı sağlayacak olan normatif değerleri de yok sayacaktır. 

İçinde yaşadığımız bilim çağı, dinin geleneksel hâkimiyetini sarsmış ve onu bilim karşısında güçsüz kılmış olmasına rağmen, süreç din felsefesi bunun bir felaket olarak görülmemesi gerektiğini, aksine din-bilim ilişkisi için bir imkân olarak değerlendirilmesini önerir. Bilim çağı olarak isimlendirilen bu dönem bizi, bir medeniyette öncelik verilen hâkim değerler ne ise, o medeniyet de ona göre şekillenmektedir, sonucuna götürmektedir. Batı medeniyeti de modern dönemin başlarında materyalist yani maddi ihtiyaçlara öncelik vermiştir. Batı, bu ihtiyaçları karşılamaya yardım edecek olan hayat tarzını ve bu hayat tarzının yaşanabilir kılacak bilgiyi üretmekle ilgilendi. Bu da Batılı için vazgeçilmez bir hakikat haline geldi. Bu anlayış, onu yok edebilecek sonuçlarına rağmen tabiata hükmetmeyi kendilerine güç kazandıracak bir ilke olarak kabul etmeye yönelmiştir. Süreç din felsefesi bu yanlış anlamanın hem tek tek insanlar için, hem de topyekûn insan medeniyeti için ciddi bir problem olduğuna dikkat çekmektedir.

Dünyada yaşanan olumsuzluklara karşı kayıtsız kalma imkânına sahip değiliz. İnsan, olayların birbiriyle bağlantılı bir topluluğudur. Bu toplulukta din ve bilim tamamen birbirinden ayrı iki alan olmadığı gibi, birbiriyle aynı özelliğe sahip tek bir alan da değildir. Her ikisi de bil-fiil durumlardır ve her ikisi de zamanda ve mekândadır. Önemli olan bu iki alanı, tek bir düşünce şeması içinde birleştirebilmektir.

Cobb ve Griffin, Whitehead’in metafizik ilkesiyle uyumlu olacak şekilde ulûhiyet anlayışını yorumlarken tecrübenin bütünlüğünü merkeze almışlardır. Bunun için bu felsefede Panexperientializm önemli bir yere sahiptir. Panexperientializm kavramı en genel anlamda tecrübenin temel gerçeklik olduğunu ifade etmektedir. Bu da din ve bilim arasındaki ilişkiyi tek bir düşünce şeması içinde görmemize yardımcı olacaktır.

Biz kendimizi, başka insanları, dış dünyayı tecrübe eden varlıklarız. Tecrübelerimiz, ilişkileri içeren süreçlerdir. Buna göre din ve bilimi birbirinden ayırıp, bir çatışmaya götürmemiz doğru değildir. Dini tecrübe için ilişki söz konusu olmazsa, bilim insan da dâhil çevrede olumsuz sonuçlar yaratan ahlak dışı bir alan halini alabilir. Süreç din felsefesi her bir olayın önceki olaylarla bağlantısının olduğunu savunmaktadır. Buna göre bilimsel keşifler, yaşadıkları dönemin dini anlayış ve etkilerinden bağımsız ele alınamaz. Nitekim 18. yüzyıla kadar bilim adamları dini ilahiyatlara karşı olmalarına rağmen dindar insanlardı.

Din ve bilim alanındaki ayrıntılara baktığımız zaman, aslında bu iki alanın çatışmadığı aksine örtüştüğü görülmektedir. Şayet iddia edildiği gibi, her iki alan arasında bir çatışma olsa bile, insan tecrübesinin bütünlüğü açısından bu konuda araştırmamıza son vermemeliyiz. Bu Whitehead’in ifade ettiği gibi, bir felaket olarak değil, yeni bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. İçinde yaşadığımız dünyada bize bu fırsatı verebilecek birçok imkânın varlığını kabul edebiliriz. Din ve bilim arasında var olduğu iddia edilen çatışmada tarafların, hayatın bütünlüğü ve bağlantısallığı ilkesinden hareketle yeniden düzenlemeler yapmaları gerekmektedir. Bu felsefe bize, hem din, hem de bilimin kendi gerçekleriyle yüzleşmeleri gerektiğini söylemektedir. Dine nazaran, bilimin hızlı değişmesi onun doğasından kaynaklanmaktadır. Buna göre bilim, ilahiyat alanından daha hızlı değişmektedir. Bu açıdan bakınca bilimin, yaşadığı bu hızlı serüvende karşılaştığı gerçeklerle sık sık yüzleşmek zorunluluğu vardır. Whitehead’e göre aynı şekilde din de eski güç ve ihtişamına kavuşmak istiyorsa, bilimin yaptığı gibi aynı ruhla değişimle yüzleşmek zorundadır. Dinin ilkeleri, değişmez ve sürekli aynı kalabilir. Ancak din için bu ilkelerin anlatımı ve yorumlanması, sürekli bir gelişmeyi gerektirmelidir. Dindeki bu gelişim, kendine has fikirlerini sonradan gelecek olan fikirlere yol gösterici olur, ancak bu gelişim, daha sonrası için kesin değişmez doğru olarak kabul edilmemelidir. Çünkü bil-fiil şeylerin olup-yok olması ilkesi gereği, şimdi var olan, daha sonra yok olacaktır. Ancak onun sonra gelen için bir etkisi söz konusudur. Bu sonra gelen fikirler, önceki çağlarda din hakkındaki yorumlamalarda ortaya koyulan yaratıcı dünya tasvirinin etkisiyle dinin gelişimi açısından vazgeçilmez kabul edilir. Bilimdeki ilerlemeler, çeşitli dini inançların ifadelerinde bazı değişiklik gerektirdiğini gösterir. Dini ifadelerdeki bu değişiklik ise ya önceki bilginin yeniden açılımı yapılarak ya da yeniden ifade edilerek ortaya koyulabilir. Süreç din felsefesine göre dinde yaşanacak bu gelişme, diğer bir ifadeyle süreç, din adına bir kayıp değil, kazanımdır. Dinin kendini bu şekilde tanımlamasıyla onun fiziksel olgularla ilişki kurması ve bu olguların bakış açısından hareketle dini düşünceyi geliştirmesi mümkün olacaktır. Bilimin ilerlemesi, dini düşüncenin devamlı olarak sistemli düzenlenmesi sonucunu doğurur. Bu da din için büyük bir avantajdır. 

Süreç din felsefesi, dini inançların salt fikri inançlar ya da soyut fikirler olmadığını öğretmektedir. Buna göre dini tecrübeye dayanılarak verilen hüküm, hem aklın hem de tecrübenin ölçülerine uymaktadır. Din, inananları için bir hayat tarzı sunmaktadır. Buna göre her din bireysel tecrübenin, toplumsal ibadetlerin ve ahlaki davranışların ayırıcı özeliklerine sahiptir. Birey ve toplum üzerinde dönüşümü hedefleyen din, hayatın diğer unsurlarını göz ardı edemez. Bu unsurlardan en dikkat çekeni de bilimdir. İnsanın gerçekliğini görmek, insanlık medeniyetinin geleceği açısından önemlidir. Din ve bilim bu gerçeği göz ardı etmemelidir. Bu yüzden din ve bilimin ortak bir ilkeler bütününü paylaşabilecekleri şekilde yeniden düzenlenmeleri mümkündür. Çünkü yaşandığı iddia edilen din-bilim çatışması sadece görünüştedir.

Referans : Kevser ÇELİK, SÜREÇ DİN FELSEFESİNDE DİN-BİLİM İLİŞKİSİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ), SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI, ISPARTA, 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder